Kategori arşivi: Denemeler

denemeler

Katilin Çocuklarına

Maksat doğurganlıksa neden aşka inanır ki kadın… ve maksat doğurtganlıksa neden aşka inanır ki erkek… anlamıyorum doğrusu…

Eğer türünün baskın olmasını isterse , ki ister… bu noktada aşk girebilir mi devreye?… aşk paylaşamamaktan mı doğar?… nedendir ki kadın baskın olana sahip olmak ister… erkek için de aynı durum geçerlidir… her kadın ya da erkek bunu isterse demek ki ortada paylaşılamayacak kadar bir azlık durumu söz konusudur… o zaman bu noktada söz ve cazibe devreye girmiyor mu?… sırf bunu türünün baskınlığı için yaptığını , öte bilinçten çıkartıyor kadın ya da erkek… azımsanamayacak bir durum yani:)))… buna gülmemek elimde değil… kahkahalarım bir çağ yangını gibi büyüyor şimdi… kah! kah! kah!… bir şarkı sözü geldi aklıma “yoksa ben cacık mıyım haaa!”…

Zıtlıkları bünyesinde barındırır kadın ya da erkek… mesela fiziksel olarak yetersizse ya da yetersiz hissediyorsa kendini türünün bu durumda olmaması için yapılı birini düşünür… ama bunun tam tersi de olabilir… yani kadın ya da erkek çam yarması kadar yapılıysa bundan eziklik duyup aradığı özellik de tam yapısının tersinde gerçekleşebilir…

Günümüz insanı şu tipolojide yaşayanları bir yerlere koyamıyor… yani ister kadın olsun ister erkek olsun hiçbir fiziki durumu gözetmeksizin , ruh dünyasında yanan dervişlerin nidasında yaşayanların durumu ne olacak demiyor… beğenileri ruhta arıyorsa bu tip insanlar bir elin parmağını geçmeyecek kadar azdır… o zaman konuşmaya değmez diyorlar… ama ben konuşacağım… çağın delisiyim ya!…

Bazen şöyle bir kandırmacanın içinde olan insanları bundan hariç tutmaktayım… yok benim için öncelik ruhtadır sonra fiziğe bakarım… yalan kardeşim yalan!… dürüst olmak lazım! Değil mi?… ruh aleminde senin için ölüyor bitiyor… bir de bakmışsın ki fizikten kalmışsın… yani bir öğrencinin felsefeden geçer not alıp da fizikten kalması gibi bir şey bu… özellikle felsefe ilmine en yakın fizikçilerin bunu yaptığını ne yazık ki görmekteyim…

İnsanın bilincinin altında tür baskınlığı varsa ve bunu türüne miras bırakma kaygısını bilmeyerek de olsa taşıyorsa bu tiplemede çok piyasa kadını ya da erkeği bulunur… doğurganlık ve doğurganlık bittiği anda inanın onlar için aşk da bitiyor sevda da… yani aşk safsatadan ibaret kalıyor… bir anket yapılsın bakalım evliler üzerinde… aşk ilk günkü saflığında mı?… hala o ateşte yanıyorlar mı? cevabınız her zaman yüzde 95 civarında hayır olacaktır… o zaman insan yüzde 5’e talip olmalı değil mi?… o yüzde beşi bulmak da çağın delisi olmaktan geçiyor sanırım…

Aşkın bakiliği gönül ehli olmaktan geçiyor… bir gerçeklik varsa o da bakmadan , görmeden ve dokunmadan sevebilmektir… ki bunu gerçekleştirebiliyorsa kadın ya da erkek o zaman aşk vardır ve bakidir…

Aşk soylu bir metafiziktir… fakat yaşadığımız fiziksel alemi gerçeklik sanan bahsetmiş olduğum “hani benim için önce ruh dünyası sonra fizik durumu” diyenler için diyorum ; yanmış heyulaların , tükenmiş rüyaların taliplileri olduklarının farkına varamıyorlar… sanırım bu da bir iblis oyunu… iblise karşı ilk mağlubiyetini burada yaşıyor insan… ister bu kadın isterse erkek olsun… ve bu mağlubiyet üzerine kurulu bir hayatı yaşamak ne derecede mutluluk oyununu hakim kılıyor… mutluluk oyununu bile oynamaktan aciz kalıyor insan… skoru 1-1 e getirmek gayretleri kontra ataklarla aranıyor… fakat şundan eminim ki iblis defansı çok sağlam tutacaktır… anlamadığım nokta ise , katilin çocukları olmalarından mıdır ki temel de 1-0 yenik başlıyorlar… belki de yaradılış bu!… yaradılış!… akil insanlar mağlubiyeti görerek başlayınca taktiklerini galibiyet üzerine baştan kuruyorlar… nihayetinde de galip geliyorlar ama çağın delisi olmak zorunda kalıyorlar…varsın olsun!…siz olmak istemez misiniz?…

Bence çektiğim fotoğrafta tüm gerçeklik bu… tabi ki rüyanın içindeki realite bu… asıl realite ise görmeden sevebilmektir… biz bunu gerçekleştirebiliyorsak o zaman azınlık olmayı kabul etmiş oluyoruz… ki doğurganlık ve doğurtganlık fenomenine düşmüş bütün bu insanlar bilmelidirler ki kendileri katilin çocuklarıdırlar.(Habil –Kabil meselesi yani)…

Ve bunu asla unutmamalıdırlar… kime karşı galip geleceğini baştan doğru kestirmeli insan… ister bu erkek olsun isterse kadın!… selam ile…

Mehmet Kelebek

İzmaritler Ve Hikayeler

Bu şehir de yaşayan hikayeler vardır. Elbet vardır onlarında bir sonu. Ama her gün o kadar çok hikaye doğar ki,gidenler fark edilmez bile. Sadece yasayanların değildir bu hikayeler. Bir ağacın,bir evin,bir otobüs durağının ve hatta yerdeki sigara izmaritlerinin bile vardır bir hikayesi. Mesela şuradakine bakın. Evet surda kaldırımın hemen kenarındaki izmarite bakın. Nasılda ezilmiş. Belli ki biraz evvel öfkeli parmaklar arasından fırlatılmış. Hırsla ezmiş sahibinin ayakları onu. Kim bilir kime kızgındı böyle. Belki en yakın arkadaşından yediği bir kazıktı belki de kızının bir sevgilisi olduğunu öğrenmesiydi öfkesini bu bir tek sigaradan çıkarmasına sebep olan.
Ya şuradaki hemen yolun karsısındakine ne dersiniz. Neredeyse izmarit bile kalmamış geriye. Tüketmiş onu içen. Heyecanla bir şeylerin olmasını beklerken. Canını alırcasına içmiş en yakın arkadaşını ve en büyük düşmanını. Sorsak o izmarite neler neler anlatır bize. Onu içenin yüreğindeki fırtınaları ondan daha iyi kim bilebilir ki….Ama gerek yok belki de sormaya .Bir düşünsek biz de hayatımda bunun gibi kaç tane içmişizdir ve hepsini kendilerine ait hikayeleriyle öylesine yere,geride bırakıp gitmişizdir. O orada hikayesini tamamlarken biz bizimkine devam etmişizdir.
Hah bakın bir tanede şurada var. Hemen şu ağacın altında. Öylece duruyor,hiç içilmemiş gibi. Biraz yıpranmış görünüyor ,sanki birkaç nefeste olsa çekilmiş. İçen her kimse onu , belli ki kavuşmuş beklediğine. Atmış elindekini koşmuş sevgilisine,annesine belki de yıllardır görmediği evladına. Yılların acısını çıkarırcasına çektiği birkaç nefesle heyecanına,umuduna,coşkusuna ortak etmiş onu .Beklediği görseydi, yerde öylece duran izmariti bu kadar bekletir miydi acaba onu?O birkaç nefesteki umudu ve umutsuzluğu hissetseydi kıyabilir miydi acaba bekleyenine?
Hikayeler öyle çoktur ki bu şehirde. Bakmasını bilirseniz her yerdedirler. Elle tutacak kadar yakındır size ve bir o kadar da uzak. Hepsinde sizden de bir parça gizlidir. Nasıl olurda bu hikayeler hem birbirlerine bu kadar benzer hem de birbirlerinden bu kadar farklı olurlar diye sormayın bana. Cevap orada,bakın çevrenize. Herkesin hikayesi ne kadar iç içe görüyor musunuz?Yollar bir noktada ayrılmış ve hep bir noktada birleşmiş. Hepsinin içinde birbirinden bir esinti var sanki…Ama herkese farklı acılar,farklı sevinçler yaşatmış bu hikayeler. Herkes bir yerlere izlerini bırakmış hikayelerinin. Kimisi bir ağaca nakış gibi işlemiş,kimisi bir durakta bırakmış,kimisi de izmaritlere yazmış hikayesini. Okunsun diye değil sadece yaşandıkları için. Bir anı gibi,bir imza gibi…
Bu şehir neresi mi?Herhangi bir ülkedeki herhangi bir şehir. Ne fark eder ki? Sizin yaşadığınız yer. Nefes aldığınız,karnınızı doyurduğunuz ve hikayelerinizi geride bırakarak, öleceğiniz yer.

Convaly

Issız Kalabalıklar

Senin için bütün zaferlerim ki en büyük zaferim, tırnakları sökülmüş bir aslanınki kadar büyük.Tattığımı sandığım ufak çaplı bir ölümdü ve kollarım kelepçelenmiş birbirine.dağılan,sararmış yaprakları geri getirmek için koşturuyorum.Sensiz şimdi gözlerim,kalbim,ellerim,hayatım…

Yarım ve ezik bir hayatın ince sızısında buluyorum kendimi.En çok sesinin şefkat tonunu özlüyorum ve üşüyorum sevgili.Çaresini arıyorum beni sensiz bırakan çaresizliğinin.Boşlukta kalınca ise en son hayal perdesi oluyor günlerimin son demlerinde yokluğundaki sızı… buharlaşıyor artık sevgim.sebepsiz bir hırçınlık yaşadığımı anlamıyor sevgiyi dillerde hissedenlerin hazin öyküsü.yara almış zamanlardan kalma bir sevginin peşindeyim artık.ucu bucağı bulunmayan engin bir hayalin ortasında yaşıyorum.sevgiyle beslediğim hayallerimin sadece bir hayal olması enkaza çeviriyor bütün güzellikleri.kış ortasındaki sıcaklığımın sebebi olmanı isterken bambaşka bir örtünün altında kalıyor masum sevgim.

Sırasını beklerdim beni bekleyen tazeliğin ve beklerken sıkıcı bir çaresizliğin tapınağında yaşayacağım hiç aklıma gelmezdi.bulutların ardında hayallerinin ötesini görürdüm. kimsesiz kalan şu benliğin içindeki acınası zavallılığım hiç bu kadar perişan olmamıştı.her kahkahanın ardından gelen gözyaşları gibi senin ardından da sensizlik geliyormuş.anladım…

Özüm Öz

Hüzün Anılar

Yüreğimin yangını intizara sürüklüyor, günlerimin sızısı
ıssızlığa itiyor, düşlerimin batan kayığı hiçliğe gömülüyor, kafam seni
resmederek sessizliğe atıyor. Kalbim seni heceleyerek sensizliğin hüznünde
yakarışım adımlarına yayıldı, gözlerinin kuru penceresine yazdığım satırlarım
kaldırımlara atıldı. Gözlerim yaşla yırtılarak, gönlüm yasla kırılarak
seni anı paketine sararım. Duygularım acı aşla beslenerek, düşüncelerim
aşk çıkmazının sokağına seslenerek seni ararım. Hayallerimin aynasından
kopmayan, rüyalarımın penceresinden çıkmayan sen… Sensizlik feneri
elimde, sensizlik teri dilimde… Sayfalar la karalanarak, günlerin ölü
donukluğuyla paralanarak seninle kapanırım. Gölgen tanların kanlı
kızıllığında ellerimde tutuldu, gözlerin zihin tutkalında anların kara
perdesine yapıştı. Film şeritleri kafa raflarına itildi, ara sıra raflardan
anıları çıkarak izliyorum. Bazen ise benden tarafa dönerek gülümsemeni
ısırıyorum… Sözlerin sözlerimi kovalayarak, gözlerin gözlerimi
kapatarak sevda damlasını içmiştim. Buradan son çıkışınla yüreğim harabeye
dönerek senin özleminle zamanım hüzün tutuyordu. Sensizlikle sarsılarak ruhumun izine sokulan ismini hicran yutuyordu. Hüzün selleri anılara doğru sürüklüyordu…

Özkan KARACA

Hissedemediklerimiz

Aşk nedir bilen var mıdır acaba hiç içimizde. Onu yaşayan o kadehten içen mutlumudur sizce?

Kimileri aşkı tarif etmek için bir taraflarını yırtar gizlice, kimileriyse gerek duymaz yaşar onu en derinde. Onu tarif etmeye çalışan zavallıya sorsan aşk nedir diye? Anlatmaya başlar karmakarışık boş bir düşünce. Bu gerçeğin iyi tarafı, sanmayın açıklamaya çalışan kötü vaziyette. Kötü olan aslında aşkı yaşayanın içinde. Neden bu durum böyle bilinmez bu devirde. Fakat kalmadı artık dağı delip geçecek ışık bu düzensizliğin düzeninde. Ne tarafa baksan içi boş gülüşler, boş sevişler karşımıza çıkıyor. Artık dost bile dostuna her şey sahte dostum gülümsemeler bile burada her şey sahte dostum sevmeler bile diyor. Meğerse doğru olan her şey yanlış, yanlış olan her şeyse doğru olmuş bir zamanların o saf sevgi dilinde.

Gerçekte herkes o istediği aşkı arıyor gibi görünse de aslında beyni hükmediyor bu sözleri söyleyenin kalbine. Durum böyle olunca aşkın yapıtaşı olan güven ve sadakat ortadan kalkıyor hızlı bir şekilde ve herkes çok sevmeye başlıyor sadece şekilde. Fakat içlerinde ne bir güven ne bir his nede bir sadakat var. Sadece dıştan seviyor o da sevgilinin vücudu güzelse. Romantik olmak için herkes hazır ve nazır gibi görünse bile, içlerinde aşkı taşıyamayacakları kadar sert bir kalp durur kaya cinsinde. Bilmezler ki sevgilinin bir bakışı bir ömre bedel ve bunu bilmeyenler oyun oynarlar sevenin o temiz kalbinde. Bu vaziyet böyle süre geldi meçhul tarihten beri. Kalmadı hiç sevenin rengi. Hep ağladı hep üzüldü ama yinede seven sevdi. Dedim ya aşkı tarif eden kötü durumda değil aşkı içinde taşıyan karanlıklarda.

Ama gidip söylesen bu muhteşem duyguyu tatmamışa, çok şanslısın der yana yakıla. Bilmez masum başına geleceklerini ister sevmeyi deli gibi. Çünkü o kadehten içen de istemiştir bir zamanlar onun gibi.

Cüneyt Bulut

Hesaplaşma

İnsanın içinde derin duygular uyandırıcı bir mavilikte ve aşk olgusunun yarattığı ince duygusallıkta adım atıyor, dünyanın dönmekte olmasından bile çıkar elde etmek isteyen insanların aksine, yaşadığım tebessümü bol anlardan çok çok büyük bir memnuniyet duyuyorum son günlerde. Karamsarlıklarla beslenmiş bir hayatın ardından umut verici ve bunun yanında bu umutları mutluluğa dönüştürücü kimi korkusuz hallerde nefes alıp veriyor olmak, belki de en başın-dan beri görmeyi arzuladığım geleceğin ilk dakikalarında ortaya koymakta olduğum cesaret örneği ya da ayakta durma göstergesi olabilir. Öyle ki bayatlamış bir hüzünsel serzenişin durmadan yaralaması karşısında en doğal ve en mantıklı göstergenin bu olduğunu, bunun yanında bu göstergenin ateş zerreciklerine benzemiş hayal kırıklıklarına iyi bir son vermek için de bire bir olacağını düşünmüyor değilim. Söylenebilecek doğru bir söz varsa, o da bütün bunların yanlış olmadığıdır.

Yürüdüğüm yolda en ufak çeldiricilere bile yakalanmaksızın, ufukta gördüğüm parlaklığa doğru ilerlerken ara sokaklardan çıkıp yolumdan şaşmama neden olacak durumlara kapılmaksızın büyük bir kararlılıkla haklı bir savaşım veriyorum amacıma koşarken. Elbetteki yolda irili ufaklı taşlar belirecek ve bu taşlar beni düşürme eğiliminde olacaktır. Hatta bazen bunlara takılıp düşeceğim de olacaktır. Ne olursa olsun, eğer amacımdan taviz vermeyeceksem, düştüğüm anlarda tekrar ayağa kalkmasını bilerek amacımdan asla vazgeçmemek ve cesaretimi yitirmemek,benim bu yolda uzağı görüp ilerlememde bana çok iyi bir yardımcı olacaktır. Unutmamalıyım ki daha önce yaşadığım zorlu günlerde izlediğim bazı yanlış politikalar çok bariz hatalar yapmama neden olmuştu. Zaten bunu biliyor ve aynı hataları yapmamak için önlemler aldığımı anımsıyorum.

Rahatsızlık verici birtakım üzüntüler yaşadığım hayatımda bir yerlere gelmek uğruna, içine yenilikler konmuş bir çekmece açıp ruhumun da kabul edeceği bir dünya oluşturmaya başladığımı aklıma getiriyorum.Bunu en son, yeni baş-layan hayatımın öncesinde gerçekleştirmiştim. “Sahip olunacak bir meslek, yeni şehir, yeni insanlar, yeni arkadaşlıklar, yeni dostluklar ve bunların tümevarımıyla kurulan bir sonuç: Yepyeni bir hayat.” İşte yolculuğa çıkmadan önce tekrar ettiğim, benimsediğim ve hatta parola haline getirdiğim bu sözler, güdülenmesi gereken bir insanoğlunun tercih ettiği bir yöntemdi diyebilirim. Daha doğrusu bütün bu sözler bir güdülenmeden çok, yıldızların yüreğime yakın olacağını bildiğim bir geleceğin başlangıç cümlesiydi. Çünkü kendi tabularımı hayatın tabularıyla karşılaştırmışsam, or-taya çıkan sonuç güdülenme durumunu geçip kendini bambaşka diyarlarda buluyor ve bana tam destek veriyor, yolun devam etmek için uygun olduğunu söylüyor. Ama bir şeye önem vermek şar! tıyla: asla vazgeçmemek.

Zeynep

Hayatın İçinden

Bugün güne hoş ve gülen gözlerle başlamıştım. Her şey gönlümüze göre olmuyor ne yazık ki? Bu toplumda insanlar sınıf ayrımına tabi olmuşlar bunu biliyordum ama ilk kez çok yakından hissettim. Aylardır gidip çay içtiğim kafamı dağıttığım ve kitap okuduğum mekana bugün alınmadım. Bu reddediliş içime öylesine oturdu ki bir yerlere saldırmak istedim ve yaptım da… Bayramoğlu ada olarak bilinen yer sakin insana huzur veren bir mekan benim için…
Saatlerce oturup karşı sahili izlerdim önceleri… Kart sistemi konmuş girişe bayan giremezsiniz kartsız dedi. Ben de girmek için ne yapmam gerekiyor diye sordum. Tarif ettiği yeri sonunda buldum ve binadan içeri girdim. Masa başında oturan adama yaklaştım. İlk kez ellerimi masanın üzerine koyarak konuşuyordum. Her zamankinden daha fazla hırçındım ve kendinden emin bir ifadeyle sözlerimi ardı sıra tekrarladım. Sözlerim keskin bir bıçak gibi gözlerimse ateş püsk ürüyordu. Adam haklı olduğumu bildiğinden olsa gerek sert bir uslüp takınmadı. Ona ben bu vatana hizmet eden bir insanım ve bir aydın olarak görüyorum kendimi. Hizmetime karşılık kendime ayırdığım özel vakitlerde demek ki istediğim yerde bir fincan kahve içmem için kartım olması gerekiyor öylemi dedim. Adam hanfendi burası özel mülkiyet ve çalışma sistemi böyle dedi. Daha düne kadar elimi kolumu sallayarak girdiğim mekan şimdi özel mülkiyet olduğu için karta bağlanmış garip… Ben bu özel mülkiyetin çocuklarına öğretmenlik yapıyorum ve onların girdiği yerlere giremem. Çünkü mal sahibi değilim. Zaten olmak da istemem. Yürek sahibi olmak yeter bana. Resmen bu misyonerlikten başka bir şey değil diyerek ayrıldım oradan.

Tekrar girişe gittim. Paramla girmek istiyorum dedim. Bayan istediğiniz kadar para verin giremezsiniz dedi. Burada para da geçmiyor. Çünkü sosyal bir sınıfa dahil değilmişim. Zenginler her yere paralarıyla girebiliyor ama ben ve benim gibiler parada verse bir gurubun dahil olduğu tesislere giremiyorum. Öğretmenim ama öğretmen evini benden çok başkaları kullanıyor. O zaman adına neden öğretmen evi denilmiş? Saçma sapan ayrımlar ve ikilemler hapsediyor benliğimizi yalnızlığa. Söyleyin bana hangi inançla ya da sevgiyle bağlanmalıyım…

Pes etmedim ve bir yolunu bulup girecektim oraya. Kovulduğum ve oraya ait olmadığımı söyleyen insanların bakışlarına rağmen. Eve doğru yürümeye başladım. Önce oturduğum sitenin yöneticisi Öner abiye durumu açmaya karar verdim. Sonra site girişinde ev sahibim Yusuf Bey’i gördüm. Bu bölge de iyi bir mevkide olduğunu biliyordum. Durumu ona izah ettim. Bana bir resim ayarlamamı bir dostunun misafiri olarak misafir kartı çıkaracağımı söyledi. Bu sevinçle evime doğru yöneldim. Eve girdim bilgisayarımı açtım ve yazmaya başladım. Zorluklar karşısında yılmamak ve bu sınıf ayrımına son vermek adına haykırıyorum. Çalışmadan çalışanların sırtından geçinen boş beyinlere inat benim cebim dolu değil ama yüreğim ve beynim dolu… En büyük kazanç fazilet erdem ve inançtır…

Havva Gülbeyaz

Hayat Nedir

Bu değişler gerçekten okunmaya değer …….
Hayat skor tabelası tutmak değildir.
Kaç arkadaşınız olduğu ya da kaçının sizi arkadaş kabul ettiği
değildir.

Bu hafta sonu için planlarınızın olması değildir.
Haftasonunda yalnız olmanız da değildir.
Şu sıralar sevgiliniz olması değildir.
Geçmişte sevgiliniz olması değildir,geçmişte kaç sevgiliniz olduğu
değildir.
Bugüne kadar hiç sevgilinizin olmaması da değildir.
Sizi kimin öptüğü değildir.
Aileniz ya da onların serveti değildir. Hangi okula gittiğiniz
değildir.

Ne kadar güzel ya da ne kadar çirkin olduğunuz değildir,
giydikleriniz,
ayakkabılarınız değildir.
Ne çesit müzik dinlediğiniz değildir.
Okul notlarınız değildir.
Ne kadar akıllı olduğunuz değildir.
Herkesin size verdiği akıl notu hiç değildir.
Hayat standart testlerinin belirlediği kişiliğiniz de değildir.
Hayat bir kağıda dökülmuş hayat hikayeniz ve bu hayat hikayesini
kimin
kabul ettiği de değildir.

AMA HAYAT:
Kimi sevdiğiniz, kimi incittiğinizdir.
Kimi mutlu, kimi mutsuz ettiğinizdir.
Sizin olanları koruyabilme ya da mahvedebilmenizdir.
Dostluklarınızdır.
Neyi söylediğiniz ve neyi kastettiğinizdir.
Hangi önemli hüküm ve kararları verdiğiniz ve de niçin verdiğinizdir.
içinizde sevgiyi taşımak, büyütmek ve dağıtmaktır.
Ama en önemlisi, yalnız başına asla gerçekleştiremeyeceğiniz bir şeyi
yapmak, hayatınızı, başka insanların
kalbine dokundurabilmektir.
Başkalarının kalplerini etkileyecek yolu ancak siz seçersiniz.
Ve hayat bu seçimlerdir zaten.
Hayat silgi kullanmadan resim çizme sanatıdır.
Ve insanlar böyle büyürler… unutmayın;

YAŞAMA KENDiMiZDEN NE KATARSAK,YAŞAMDAN DA ONU ALIRIZ…

HAYAT NEDİR ?
Bu değişler gerçekten okunmaya değer …….
Hayat skor tabelası tutmak değildir.
Kaç arkadaşınız olduğu ya da kaçının sizi arkadaş kabul ettiği
değildir.

Bu hafta sonu için planlarınızın olması değildir.
Haftasonunda yalnız olmanız da değildir.
Şu sıralar sevgiliniz olması değildir.
Geçmişte sevgiliniz olması değildir,geçmişte kaç sevgiliniz olduğu
değildir.
Bugüne kadar hiç sevgilinizin olmaması da değildir.
Sizi kimin öptüğü değildir.
Aileniz ya da onların serveti değildir. Hangi okula gittiğiniz
değildir.

Ne kadar güzel ya da ne kadar çirkin olduğunuz değildir,
giydikleriniz,
ayakkabılarınız değildir.
Ne çesit müzik dinlediğiniz değildir.
Okul notlarınız değildir.
Ne kadar akıllı olduğunuz değildir.
Herkesin size verdiği akıl notu hiç değildir.
Hayat standart testlerinin belirlediği kişiliğiniz de değildir.
Hayat bir kağıda dökülmuş hayat hikayeniz ve bu hayat hikayesini
kimin
kabul ettiği de değildir.

AMA HAYAT:
Kimi sevdiğiniz, kimi incittiğinizdir.
Kimi mutlu, kimi mutsuz ettiğinizdir.
Sizin olanları koruyabilme ya da mahvedebilmenizdir.
Dostluklarınızdır.
Neyi söylediğiniz ve neyi kastettiğinizdir.
Hangi önemli hüküm ve kararları verdiğiniz ve de niçin verdiğinizdir.
içinizde sevgiyi taşımak, büyütmek ve dağıtmaktır.
Ama en önemlisi, yalnız başına asla gerçekleştiremeyeceğiniz bir şeyi
yapmak, hayatınızı, başka insanların
kalbine dokundurabilmektir.
Başkalarının kalplerini etkileyecek yolu ancak siz seçersiniz.
Ve hayat bu seçimlerdir zaten.
Hayat silgi kullanmadan resim çizme sanatıdır.
Ve insanlar böyle büyürler… unutmayın;

YAŞAMA KENDiMiZDEN NE KATARSAK,YAŞAMDAN DA ONU ALIRIZ…

Düşünceyüreği

Hayat

Çevremde gülen, yaptıklarından zevk alan, bulunduğu ortamın tadını çıkaran insanlar gördükçe yaşamın ilk basamaklarında hissettim kendimi. Pek bir şey bilmiyor ve o nedenle gülmeyi beceremiyorum, göremiyorum dedim. Bulunduğum ortamın hakkını veremiyorum diye düşündüm. Yaşamın merdivenlerini tırmanmam gerekiyordu.
Bunun için de öğrenmeliydim gülmeyi ve zevk alabilmeyi. Sevdim. Sevdikçe güldüm, güldükçe zevk aldım, yaşadıklarımdan güzellikler çıkarabildim. Duygularımı hissetmeyi, kızgınlığımı göstermeyi, umutsuzluklardan umut çıkarmayı, hüzünlü zamanlarda mutlu olacak bir şeyler bulmayı öğrendim.Ve hayatın güzelliklerinin çirkinliklerle beraber, üzüntülerin sevinçlerle iç içe olduğunu
gördüm. üzüntü kaybetti, çirkinlik yok oldu, sevgi hep kazandı.
Hayatın basamakları hala dimdik. Öğrenecek çok şey var. Öğrenmek için paylaşmak gerekir. Sevinci, üzüntüyü, sevgiyi, sıkıntıyı paylaşmak gerek.
Hayallerinizi yıkan bir olay yaşarsınız. Hayata, insanlara, çevreye küser kabuğunuza çekilirsiniz. Bu sıkıntıdan kendi kendinize çıkmaya çalışırsınız. Sizden başkası o tür bir sıkıntı yaşamıyor onu sadece siz yaşıyormuş gibi hisseder kimselere açıklayamazsınız. Belki de utanırsınız anlatmaya. Oysa pek çok dert
pek çok kişi tarafından farklı biçimde yaşanır ve ortaktır.
Açıldığında karşı taraf gülümseyecektir ve “dinle” diyecektir. Benzer sıkıntıyı nasıl atlattığını ve nasıl gülebildiğini söyleyecektir. Sorunların paylaşıldıkça aşıldığını
göreceksin. Bu şekilde en sıkıntılı olduğun zamanda onu nasıl aşacağını öğrenecek ve bir basamak çıkacaksın. Böylece her paylaşımda bir basamak yukardasın.
Herkesin bir derdi olduğunu asla unutmamak gerekir..Pek çok kişi bunları paylaşarak aşmasını öğrenmiştir. Paylaşmasını öğrenemeyenler kendi içlerinde kaybolup giderler.

Ne güzel anlatmış E.Dickinson tek bir cümleyle geride kalan zamanı; Sevecen gözlerle bak ardında kalan zamana, elinden geleni yaptı o, şüphe duyma. Evet! Zamanın ve zaman içinde paylaşmanın değerini bilmeli.

Zehra Akçakaya

Haftasonu

İlk ve orta dereceli okullarınızın tatilleştiği günler bayram sevincinizdir… Yolculuklar başlar harman yerine… Yolculuk dedimse tozlu patika yollarda yolculuk… Yeşillikler içinden geçersiniz kuşların cıvıltılı sesleriyle… Amanos dağlarını aşmış olursunuz sonra… Koca bir ova çıkar karşınıza… Yol alırsınız uzun uzun … Göletlerden geçersiniz kayıklarla… İnce ince sözülürsünüz Tahtaköprü barajına… Karasu derler süzüldüğünüz yerlere… Sonra çayırlara uzanır ara verir ve azığınızda ne varsa silip süpürürsünüz… Tekrar yola koyulursunuz…

Yıldızları görür havanın karardığını hissedersiniz… Bir teyzeoğlunuz acımasızca döktürür sözlerini… Korkar… Ürperirsiniz… Sanki diken diken olmuştur teniniz… Yıldızlara bakmamayı geçirirsiniz aklınızdan… Bunun da bir çözüm olmadığını düşünür tekrar bakarsınız… Fakat hiç istemezsiniz yıldızların kaymasını… Çocuk aklınızla “yıldızların kayması bir yakınınızın ölüm haberinin alınması” demek olduğunu… teyzeoğlunuzun ürpertici sözlerinden duyarsınız… Mercimek dağlarında yatmayı unutmuş bir yıldız olmuşsunuzdur…

Adına İslahiye denen küçük bir ilçede bulursunuz kendinizi… Sabahın erken saatlerinde sizi namaza hazırlar horozun ünlemeleri… İbriğinizi alır avluya çıkarsınız sonra… Abdest alırken yüzünüzün soğuk suyla yunması hırçınlandırır ayrıca sizi… Büyük bir edayla gerekli olan her şeyi yaparsınız… Kabulünü de Rabbe bırakırsınız… Minyatür ellerinizden güneşin kızıllığı belirir sonra… Hazzın doruklarına varmışsınızdır… İnek möölemeleriyle hareketlenme baş gösterir mahallenizde… Çapaya gidecek esmer kızlar ve gelinler traktörün römorkuna binerler birer ikişer… Ellerinde çapa ve kızılın tonlarında yazmalarının bir tuhaf bağlandığı olur gözleminiz… Elinizdeki ince bir çubukla o vakit ineklerinizi nahıra götürürsünüz… Küçük bir taşı çarığınızda taşıdığınız olur… fakat uyuşukluğunuz taşı çıkartmak için uğraşı da verdirmez size… Dönüşte fırından taze çıkmış somun alır sabah kahvaltısını avluda yapmanın tadına varırsınız…

Mezbahane avlusunda kasap çırakları küçük bir tatlıcı çocuğun etrafında çoğalırlar… Ve kargaşayla fazladan tatlıları midelerine aşırırlar… Fakat farkında olmaz tatlıcı çocuk… Yine kasap çırakları ayaklarındaki kaba çizmelerle futbol maçına tutuşurlar… Sizin gözleminiz çok kırıcı ve vahşi oynandığıdır… Annenizin ise , sizi çağırdığı ünlemeleri gelir kulağınıza… Maçın sonucunu almadan gitmeniz gerekecektir… Anneniz hazırlar sizi okula göndermek için… Siz ise ayağınızdaki çarıklarla haftasonu tatilini bitirmiş olarak okula koyulursunuz… Alfabeyi yeni öğrenmişsinizdir…

A… B… C… derken okumakla geçer yıllarınız böylece…

Mehmet KELEBEK