Kategori arşivi: Denemeler

denemeler

Zor İş Bu Yazarlık

Yazarlık toplum arasında “aydın” diye nitelendirdiğimiz hayat tecrübesi olan olgun,kültürlü insanların yazdığı yol gösterici ve öğütleyici yazılar olarak biliriz.Yazarlık dendiğinde hemen,hemen toplum’un kafasında bu tanım oluşur.

Peki yazarlığı başka yönden ele alıp düşündünüz mü?hiç. Belki düşündünüz,belki düşünmediniz,belki de düşünmek istemediniz. Ama ortada bir gerçek var ki,yazarlık sadece yazmak değildir. İki süslü cümleyi bir araya getirip övgülerle gurulanmak değildir.Yazarlığın en kolay tarafıdır,yazmak.Yazarlık yaşamaktır, doğru ve yanlışı en berrak, en akıcı uslüp’le meydan’a çıkarıp doğru olanı yaşamaya çalışmaktır.Yazarlık her konu’da ahkam kesmek değildir.Yazarlık sadakat işidir, yazdıklarını sadece kağıda aktarmak değildir.aynı zaman’da fiil’iyata dökerek, örnek olmaktır,topluma.Acaba bir yazar toplum’u eleştirirken kendini eleştiriyor mu.?Yoksa kendini insanlar’dan farklı mı? görüyor.Soyutluyor mu? kendini toplumdan…

Bence yazar olmak isteyenler iki kere düşünmelidirler.Önce yazabilme yeteneği’nin olup, olmadığını sonra ise yazdıklarımı uygulayabilirmiyim, diye kendine sormalıdır.Çünkü işin içinde iki yüzlü olabilme ihtimali vardır.Adam öyle yazacak, böyle davranacak olur mu.?Hangi vicdan onaylar bu davranışı…

Erkan Akbulak

Zaman Yaşamı Yiyor

Durmuş bir zamanı çalıştırmak,boşa harcadığımız anları toplamak ve belleğimizin geri dönüşüm kutusuna atmak kadar kolay bir o kadar da uğraş isteyen bir iştir aslında.Ama işe nereden başlamak gerektiğini biliyorsak zoru kolay yapmak an meselesidir artık.Ki buda zamana karşı bu yolda almış olduğumuz ilk başarıdır.

Zaman,hayatımızın tamamına hakim bir kavramdır.Onunla ilgili o kadar çok yazılması gereken şeyler vardır ki ben buraya onları yazıp ta bilinen şeyleri tekrar etmek istemiyorum.Ancak,bazı bilinmesi gereken şeyler malesef ki işimize pek gelmediği için çabuk unuturuz.

Kötü harcanmış bir zaman bile boşa harcanmış hiç bir şeysiz geçmiş bir zamandan daha iyidir.Çünkü o zamana geri dönüp hata diye kabul ettiğimiz şeylerden ders çıkartır ve gelecek zamanlarda o hataları yapmamaya özen gösteririz.

Malesef ki küçük yaşlardan beri bu kavram bizlere yeteri kadar önemsetilmeden büyüdük.Bu anlamda kayıplarımız çoğumuzun belleğini doldurdu bile.Ama hiç bir şey için geç sayılmaz,bunu hepimiz biliyoruz.Zamanı yeniden bizim leyhimize çevirebiliriz.

Öncelikle işe,geri dönüşüm kutumuzu temizleyip biraz belleğimizde yer açmakla başlayalım.Zihnimizden anlamsız olayları,anlamsız hatıralarımızı silmeye çalışalım.Belki ilk etapta bunu tam istediğimiz gibi başaramayacağız bir çoğumuz ama en azından aklımızda öteleyeceğiz,buda bir başarı sayılır ilk başlangıç için.

İkinci sırada yön tayin etmek geliyor(.Biraz boşalan belleğimiz sayesinde zihnimiz artık daha hızlı ve güçlü çalışır duruma geldi sanırım)Artık zamandan adam akıllı intikam almak için güzel bir plan yapama vaktimiz geldi.Öncelikle ihtiyacımız olan şeyeler;sesiz bir ortam.hafif bir müzik (klasik müzik olabilir),bir kağıt bir kalem,berrak bir zihin ve en önemlisi tabi ki zaman.. O yine baş aktörümüz hep olduğu gibi. Sıra tüm bunları doğru harmanlamaya geldi.Hayatımızda ki hedeflerimizi sırasıyla kağıda dökmekle başlayalım işe.Büyükten küçüğe doğru.Hedefler ne kadar gerçekçi olursa o kadar başarma olasılığımız yüksek olur.Yani kendimizi kandırmadan hedeflerimizi belirlemeliyiz.Mesela ben;futboldan çok anlamam.kendime, FENERBAHÇE de futbolcu olucam diye bir hedef koyarsam olmaz elbetteki.Yaş olmuş otuz ben bu işi öğrenene kadar üç beş sene daha geçecek sonra zamana bir kayıp daha vereceğim.Böyle yanılgılara düşmemek için kişi kendini iyi tanımalı iyi bilmelidir..Hedefler büyükten küçüğe doğru sıralıyacağız ama küçükten büyüğe doğru gerçekleştirmeye başlayacağız.Çünkü;her küçük hedefe ulaşımımız büyük hedefler için bize güç verecektir.Zamanın içbükeyliğinden fayda sağlamak elimizde.Hayatta bazı fırsatları beklemek yerine kendimiz fırsat doğurmalı ve değerlendirmeyi bilmeliyiz.

Üçüncü ve en önemli sıra harekete geçmek tabiki de.Zamana bukadar tölerans vermek yeterli sanırım.Koyduğumuz hedefler için oturduğumuz yerden kalkıp harekete geçmeliyiz.Birçoğumuz için,beğeniyle okuduğum yazar mümin sekman ın dediği gibi ataletten ( eylemsizlik ) kalkma vaktimiz çoktan geldi.Belleğimizi sildik güçlendik,hedef belirledik yön çizdik,şimdi zamana direnmenin tam sırası.Hareket vakti.Beleklerimizi artık hedeflerimiz uğruna doldurmalıyız.Hiç kuşku yok ki amaçsız sonuç sonuçsuz amaç olmaz.Bu iki kavram kardeştir.Sonuca ulaşmanın çeşitli yolları vardır elbet.Ama biz bu yolların en kısasını ve bizim için en pratik olanını seçmeliyiz.Yani bildiğimiz yolu.Zamandan intikamın ikinci perdesine geçtik bile.Zaman artık bizim için çalışır hale geldi.Hedeflerimizin ilki gerçekleşince,kendimizi biraz dinlendirebilriz ama şımartmadan, abartmadan.İçimizde yanan o meşaleyi söndürmeden diğer hedeflerimize yönelmeliyiz.Belki bu seferkinde bir öncekinden daha başarısız olabiliriz.Ancak unutulmamalıdır ki;hedeflerimiz giderek büyüyor.Yani işimiz her defasında daha da zorlaşıyor demektir.Peki ilk önümüze çıkan engelde teslim bayrağını çekip zamanın skoru eşitlemesini mi seyredeceğiz yoksa,yine zamana direnip bir zafer için elimizden geleni yapacakmıyız?Burada ki kararlılığımız çok önemlidir.Hatta ilk hedefe ulaşımımızdan bile daha önemlidir.

Bu zamanla savaşımızda yapmamamız gereken şeyler de var elbet.Panik gibi mesela.Hedefe çabuk ulaşmak elbette ki önemli ancak daha önemlisi emin adımlarla sağlam ulaşmalıyız.Her an ellerimizin arasından kayıp giden bir başarıyı hiç birimiz istemeyiz kuşkusuz.Onun için,amacımıza yönelik her adımımız sağlam olmalıdır.İlk denemede başaramadık diye zamana yenildik sayılmayız.Sadece skor eşitlenir.Oysa maç henüz bitmemiştir.Zamanı yine zamanla yenebiliriz.Yeteri kadar ister ve o amaç uğruna çalışırsak sonuç istediğimiz gibi olacaktır eminim.

Zaman;güzel kullanıldığında kendimize verdiğimiz en güzel hediyedir aslında.Onu iyi işlemek zihinsel bir başarıdır.< artık çok geç > demek zamana pes etmekten başka birşey değildir.Her zaman yapacak bir şeyler bulunur.Yeter ki isteyelim ve çalışalım.Zaman kendiliğinden bize dönecektir muhakkak.

Zaman yaşamı yiyor.Dur demek için asla geç değil.Ama durmamız,bizim zamanımız için geç olabilir.

Hepinize ataletsiz günler dilerim.. sevgilerle..

Eray Çetinkaya

Zaman

Bazen kimsesizdir insan, yapayalniz.. kendi kendinedir, dinler sadece kendini icli bir turku gibi, huzunlenir bazen kendine, bazen susar..Bazen kizar insan bindirir sessizligi bir gemiye gonderir uzaklara bazen dalgadir o, bagirir, hircindir.. Hayati dusunuyorum soyle uzun uzun ucsuz bucaksiz bir deniz gibi geliyor bazen, bazen korkutuor insani aliyor kendini kendinden.. dusunme diorum kendime olmuo bazi seylere goz yummakta zor gelio.. hayati dusundugun kadar olumude dusunmesi gerektigini unutur insan hep.. dikmeli gozlerini tam ustune bunun karsisina gecip ayna misali taramali sacini bakmali once ona, sonra icindeki kendine.. yokmu diye bagirsam bu hayattaki yerimi tam olarak soyleyen bana ? belkide benim bunun cevabini verecek sadece ince bir cizgi ustunde..

bekledigini bulamadigin yani alamadigin umutsuz bir umidin icine sizan bulanik bi suyun tum renkleri kahverengi yaptigi gibi bazen kendini bilememek.. bazen ac kalmak gibi bazen susmak bazen susamak gibi..kendini sokmalisin kendi makinene, gostermeli tum icini sana gormelisin icinde organ die nitelendirdigin bazisina can bazisina kalp dedigin kisilerin tam yerini.. kendim kasik kasik alip doktum yuregime sanki o bulanik suyu yaptim herseyi kahverengi sanki sonra kaldirdim kafami karsisindayim aynanin yani olumle hayatin tam arasinda yani kendimin karsisinda.. denkleme benzemiyo soyledigim karisik gelmesin yok bunda x y , bilmelisin sadece hayatla olum arasinda neyin nekadar hangi renkte olmasi gerektigini yani sadece senin oldugunu.. okadar kimsesizki bazen sozcukler belki yerzune semadan dusen damlaciklarin sayisi belki denizdeki kumlar kadar ama bazen okadar yetersizki bunlar..Baslarsin yanyana koymaya onlari bir tren misali vagonlar gibi degilmidir sozcukler, bakis icindeki dalis degilmidir.. bu yuzden anlatamaz herseyi insan yasadigi, bu yuzden susar bazen..

Anlatmaya calismak biseyleri birilerine anlatmaya calismak bazen erdemdir bazen umut, sahip olmasi gerekiyor karsindakinin anlayacak duyulara, algilama yetenegi olmasi lazim birazda simdi oldugu gibi yalin bi anlatimin bari karsisina dikilebilmeli, sozcuklere sevdirmeli kendini carpmamali onlar bi duvar misali kucuk cok kucuk bir et parcasina ve ardindan yuvarlanmamali ufacik bir kar topu gibi asagiya.. bakmalisin sen anlatirken bakmalisin sevdimi sozcukler karsidakini yoksa yuvarlaniyormu durmalisin hemen, eger yuvarlaniyorsa kaybetmemelisin zaman onlari savurarak saga sola.. bazen kalp giriyor devreye yok diyorsun kaybedicem zaman harcayacagim bunun icin ama sonu bir karincanin sonu gibi hep husran hep husran..Hayata uzun bi yolculuk derler bence cok kisa uzun kavrami degisir bence, yada insanin daha uzununun olup olmadigindan emin olmasi gibi.. gerek yok bu hayatta anlamayacak birine bisey anlatmaya belki sonra anlar diye saatlerce gunlerce susmaya… cek kendini son kez harca zaman kendine ama son kez ve bitir kendini ters ters yurutmeyi.. yuzun ileriye donuk ileriyi gorebiliyorken terse gitmek ne derce dogru nederce gerekli bu hayatta hangisinin karsiligi gelir saniyosun susma sakin susma biri biseyi belki anlar die sakin susma bu kendin bile olsa susma bas kendine kalayi..tekrar dusun hayatla olumu sole bak arasina inan iki kisi sigmaz oraya sen varsin sadece…

Rejy

Yüzleşme

Yoldan geçerken gözünüze ilişen aynalar vardır, görüntünüzün bir
görünüp bir kaybolduğu ve ya asansöre bindiğinizde üstünüzü başınızı
düzeltmek için baktıklarınız… Evden çıkmadan kendinize bir göz attığınız veya
lavaboda yüzünüzü iyice yakkınlaştırdığınız… Ama bu sefer aynanın
arkası değil anlatmak istediğim içerik; aynanın önü, bir bakıma esas yönü.
Ve aynanın karşısına geçtiğinizde yüz yüze geldiğiniz kişi. Yani sizin
yüzleşmeniz… Sürekli kaçındığınız, kimi zamansa yok saydığınız
duygularınızın; pişmanlıklarınızın, bastırdığınız özlemlerinizin itirafınız bir
nevi…
Dünyanın size bir gün bir kral gibi davranmasını istediğinizde,
sadece bir aynanın karşına gidip, kendinize bakın. Ve O yüzün size ne
dediğini görün.
Ne babanız ne anneniz ne de eşiniz, o anda üzerinizde etkisi olacak
olan;
söyledikleriyle hayatınızı etkileyen Aynada size bakmakta olan kişidir
yalnızca…
Sizin için “Harika bir dost ya da arkadaş” diyebilirler. Fakat aynadaki
yüzün gözlerinin içine tam olarak bakamıyorsanız veya işe yaramazın
biri olduğunuzu birilerinin canını çok yaktığınızı söylüyorsa -hem de
yerli yersiz- o zaman eksik olan görüntüdeki bulanıklık değil; gerçekten
bunu tereddütsüz söylemenizi engelleyen geçmişiniz, yaptıklarınız veya
yapmadıklarınız, yani tam anlamıyla sizsiniz…

Hayatta en önemli şey kendiniz adına yaptığınız mücadeleyi kazanmaktır.
Bu mücadele ne olursa olsun yenilmemektir zorluklara, önüne çıkan tüm
olumsuzluklara rağmen pes etmemektir. Ve iç benliğinizi herhangi bir
etki altında kalmadan ortaya çıkartmaktır. Zira sağa sola değil kendinizi
kendinize ispat etmek için yaptığınız mücadeledir ruhunuzu aydınlatacak
olan. Sadece siz olmalısınız hareketlerinizin, yaşantınızın mimarı.
Sadece sizin inşa ettiğiniz temeller üzerinde bayrağınız dalgalanmalı. Ve
yaşantınızın dümeni tamamen sizin elinizde olmalı. Ne arkadaşlarınızın,
ne akrabalarınızın ve ne işvereninizin…
Hoş tutmanız gereken kişi kendinizsiniz, boş verin gerisini; çünkü
yolun sonuna kadar kendinizle gideceksiniz. Siz siz olarak kalacaksınız ve
vicdanınız sizden kopup gitmeyecek yaşantınızın herhangi bir döneminde…
Eğer aynadaki yüz dostunuzsa, geçtiniz demektir en zor sınavınızı.
Şartlar ne olursa olsun kaldırabilirsiniz tüm dünyayı ve de geçerken
yanlarından herkes sizi tebrik edebilir…
Fakat yolun sonundaki hediyeniz, kırık bir kalp ve gözyaşları olacaktır
eğer aynadaki yüzü aldattıysanız. Eğer kırdıysanız birilerinin kalbini,
kandırdıysanız… O zaman er geç bir gün baktığınız yüz size gururdan çok
utanç verecektir. Ve siz sadece kendinizle kalacağınız noktada durup
yine sadece size bakacaksınız tüm çıplaklığınızla… Kandırmaya çalışmak
için çaba harcadığınız kişinin sadece siz olmanız ise hafifletemeyecek
hiçbir şeyi…

Başak Ergenekon

Yorgun Değiliz Biz Türküler Varken

Çocukluğumuzu bıraktığımız yörelerden sevgiyi şekillendirdiğimiz yerlere
duygular taşıyarak…Yürek yaralarını sardığımız diyarlarda coşarak…Geldiğimiz
gurbet köşelerinde türküler yazdık türküler söyledik…
Gelincik tarlalarını gurbete taşıdık türkülerimizle.
Hasretle büyüttük çocuklarımızı… türkülerden köprüler kurarak… Yüreklerimize
nakşedilen aşklarımızla yaşadığımız yerlerden taşarak…… Sokakları,
durakları, denizleri türküleştirdik. İş yerlerinde mırıldandık sevgileri,
gurbet yaptık türküleri… Türkü yaptık köprüleri…

Getirin şırıltısını akarsularımın… Annemin narin sesleriyle süslenen geçmişimi
getirin…Çocukluğumu getirin şiirlerinizle…Güvercinlerimi kondurun
pencerelerime, kız arkadaşlarım Aynur’un güzelliğini, Sabiha’nın saflığını
şarkılarla getirin; komşularım Derya’ nın sevdasını ve Ayhan’ın kurnazlığını
türkülerle getirin… Mısralarla taşıyın onların temiz duygularını…Türküler
dokuyarak yollarında geçmişin…

Yıldızsız gökyüzlerinde bıraktığım güzel anları, uykusuzluklarıma yamanan
zamanları, yudum yudum içtiğim türkülerimi bana getirin…

Hasret ağlarında ne olursunuz yalnız bırakmayın beni…Dönemeçlerde yarım
kalmasın rüyalar…
Türkü deyip geçmeyin…
Treni uzaklara götürür… Rüzgârı estirir… Kuşları kondurur…Gurbette insanı
muma döndürür…
Uçurur, ıssız yollardan geçirir…
Aşık eder sevdalandırır… Ayvaya çiçek açtırır. Elleri kınalı, yüzü duvaklı
gelin için destan yazdırır…
Yalın ayah, başı kabah gurbet olur dostsuz sabah… Öç alır aşkına engel
olandan…
Hop hop ister, toyluk ister oğlandan… Soldurur gül iken… Sevdirir deliye
döndürür… Yusuf olur zindanlarda… Zülüf olur ak gerdanda…
Türkü be bu kardeşim… Dilden dile dolaşan…Ta gurbete ulaşan… Yorgun
değiliz biz türküler varken… Güneş içimizden doğarken…

Bu yazı 24.12.2002 tarihinde Avrupa saatiyle 23.35’de yönetmenliğini Feray ULAK’
ın yaptığı
Türkiye’nin Sesi Radyosu “Bir Selam da Kendine Ver” programında Spiker Dilek
Beyhan GÜNALP tarafından okunmuştur.

Üzeyir Lokman Çaycı

Yol

Güneş gözlerini kör etmişti. Ondan başkasını görmüyordun, görmek de istemiyordun. Sorduğun sorulara da yanlış yanıt veriliyordu. Ama sen bunu anlamıyordun bile.
Koşuyordun, sadece koşuyordun. Bildiğin bir yol vardı ve bildiğin bir ışık. Onun için bütün bu yanmalar ve yanılmalar.
Belki de karanlık ve bedbaht kış gecelerinden yağmurlu ve güneşli bahar günlerine eriyordun. Düşen damlaların şeffaflığına ve açan güneşin aydınlığına dalıyordun.
Düşümsü günler bir biri ardına sıralanırken nasıl başka, sıradan olayların farkına varırsın. Sağır olmuş duyamıyordun, kör olmuş göremiyordun. Bütün duyu organların transa geçmişti. Anlayabiliyor musun? Durum böyleyken nasıl bilecektin, nasıl umarsız olduğunun farkına varacaktın.

Şimdi ise her görüntü tastamam yerli yerinde. ve katı gerçek, acımasız, boş vermiş ve umursamaz gerçek karşında.
Dil çıkarıp seninle alay ediyor. Umudu hiç sorma. Yüzüne bile bakmıyor.

Ömer Ilgaz

Yitik Kelimeler Diyarı

Uzun bir yolcululuğa çıkma zamanı gelmişti artık. Yitirdiğim zamanı kovalama ve
büyük sorgulamadan geçme zamanı. Kimsesiz kalanın ben mi yoksa kelimeler mi
olduğunu bilmeden, yazar eskilerinin kaç para ettiğini bilmeden öylece yalın ve
kendi başına. Çünkü yazmak, kendi başına kalmanın kağıda şifrelenmesinin bir
yoluydu belki de. Bu şifreyi bilen kaç kişi kalmıştı, onlar neredeydi şimdi .
Korku ve karamsarlık sen bekledikçe üstüne geliyordu sanki. Ben mutluyum ve
mutluyken yazamıyor insan zırvalaması daha ne kadar oyalayacaktı beni.
Doğurganlığı yitirmiş olmak bu dişi duyguyu kaybetmiş olmak belki de itirafı en
zor gelendi bana . Yola çıkmanın zamanı gelmişti. Herkesin gittiği bir yön vardı
hayatında, bense yolunu kaybetmiş gibiydim. Hayat o kadar sankilerle doluydu ki
bu hengamede varlığımdan bile şüphe duyar olmuştum. Kim çıkaracaktı beni bu kör kuyudan. Bir giden yol olmalıydı bilinmeyen istikamete. Şehiriçi tabelaları bu
yönü gösterir miydi, yoksa şehirlerarası karayollarda kara talihe küfrederek
gezinmek miydi çözüm? En çok bu karanlık boğmuştu beni , belki acı bir fren sesi
belki donuk ve anlamlandıramayan bakışlar. Sonra bir anda gidememek , öylece
kalmak olduğun yerde. Gazete sayfalarından bir yorgan üstüne ve bir sonraki
günün gaztelerinde kısa ve anlamsız bir haber olmak. Kim bekler seni , acından
kim kavrulur bilmeden öylece kardeş olmak toprağa. En çok o zaman gitmek istedim, bu karmaşasından dünyanın . Elim nicedir varmıyor kaleme , gitmek sadece gitmek istiyorum. Bizim gibilerin var olduğu bir yer olmalı, kelimelerini
yitirmişlerin yurdu.

Nerede başladı bu hikaye, asıl adam ve asıl kadın kimdi bunu bulmalıydım herşey
yok edilmeden önce. Sesleri çalınmış, sessizliği öğrenmiş bu insanlar topluluğu
sesini kimlere kaptırmıştı öğrenmeliydim. “Önce kelime vardı” demişti büyük
üstad, bir bildiği olmalıydı. Konuşma kartonlarıyla koca bir hayat geçmezdi ki.
Konuşmalıydık . Sesli ve sessiz harfler çıkarmalıydık peşpeşe ve bunlar bir
anlam ifade etmeliydi. Öncesi ve sonrası , dünü ve yarını , gerçeği ve yalanı
olmalıydı tüm bunların. Yoksa yalan söyleyen kelimenin kendisi miydi? O kadar
çok yalan söylenmişti ki doğru kelimeler terk etmişlerdi buraları , böyle sessiz
ve çaresiz bırakarak bizi kendi dünyalarına, kendi diyarlarına geri dönmüşlerdi.
Giderken onlarsız yapamayan asıl adam ve asıl kadını da almışlardı yanlarına , o
yüzdendi bunca öyküsüz kalmam. Artık kurgu öyküler zamanı geçmiş “anlatsam roman olur” devri başlamıştı. Ne zaman atlamıştık bu çağları, gerçeğin ne olduğunu anlamadan nasıl gerçek yaşamlara dalmıştık. Bu işin sonu yok biliyorum, öyle hızlı ki zaman şimdi yazdıklarım bile geçmişe gömülüyor. Sessizlikte keramet var demiş olmalı birileri. Kelimeler insanı aldatır, biz size kandırılmamış kelimeler getirdik demiş olmalı. Yolculuk bu yöne belli oldu artık, zaman çalınan kelimeleri bulma zamanı. Her kelime bir hayatı götürdü bizden çünkü , artık kapıda beklemek yok girip almalıyız onları.

Geçmişe uzanmak gerekiyordu bunun için. Önce kelimeleri kronolojik sıraya koymak gerekiyordu. İlk ne söylemiştim , benim söylediğimi diğerleri de söylemiş
olmalıydı. Kapıda herkes sırasını bekliyordu mutlaka. Bana neler söylenmişti,
ilk olan hep temizdir. Bir şeyler var hatırladığım ama çok eski değiller, yakın
zaman ne kadar yakın bilmiyorum, tüm sorun da buradan çıkıyor zaten , unutmak, dün olanı bugün unutuyoruz, yada ben unutuyorum. O zamandı işte, birkaç zaman önceydi diyelim. Biliyorsun herşeyin bir bedeli var demişti, oysa bilmiyordum. Hayatım boyunca duyduğum en önemli şeymiş gibi dinledim onu. Oysa bahsettiği ufak ve önemsiz birşeydi. Kendisini öylesine veriyordu ki anlattığı şeye, insan korkunç bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını sanıyordu. Bunu neyle
açıklayabilirdi insan. Ben , kendi hesabıma böylesi ufak ve önemsiz şeylerin
böylesi rağbet görmesini anlamamıştım , şimdi anlıyorum kandırılmış kelimelerle
ancak bu kadar oluyordu demek ki. Boşluğa dikilen gözlerimi ona doğru
yönlendirdim. “Haklı değil miyim ?” diyordu. O an anladım doğru kelimElerin beni terk ettiğini , tek söyleyebildiğim Nikaragua’ya trenle gitmem gerektiği oldu.
Ok yaydan çıkmıştı artık doğru söze ne denir diyemezdim böyle bir durumda,
cehennemin dibine gitmem gerektiğini hatırlattı. Kalktı gitti sonra , özneyi
bile hatırlamıyorum şimdi, edilgen bir hal almalı o zaman tüm bu anlatılanlar.
Yaydan çıkan okun hedefi belliydi artık. Bir anda aklıma o kadar çok şey
gelmişti ki. İlk aşk maceralarım geldi mesela , ocak müdavimi karpuzcu, bankalar
caddesi, terk ediliş lokantası, boynuzlanma pastahanesi, ilk bakış okulları
hepsi birden geliyordu. Ama topladığımda o zaman tüm bu betimlemeleri
yaşadıklarımın ne kadar az olduğunu anlıyordum. Ok meselesi öyle hızlı büyüyordu ki zarar vermeden neticelenmesi mümkün görünmüyordu. Yıkık omuzlarla, üzerimde hiçbir yük taşımamanın ağırlığıyla gidiyordum . Kendime eskiye veriyordum (demek o zamanda böyleymişim) . Her yıkkınlık sonrası bizim zamanımızda böyle değildi diyordum, oysa öyle bir zamandan söz etmek bile mümkün değildi. O zaman olsa olsa “tunç devri” olur diyecektim daha sonraları.

Her şeyin bir hayal perdesi üzerinde oynatıldığı saplantısı o zamanlar yerleşti kafama. Eskimiş şarkı sözleri gibi hissediyordum kendimi. “Adımız miskindir bizim”le başlayıp “eskiden karpuz idik” ile biten şarkı sözleri gibi. Ama tam o sıralarda “çalgıcı karısı Binnaz” devri başlamıştı. Tüylerimin diken diken olduğu bir mevsime giriyordu sevgili ülkem. Daha doğru ve dürüst kelimeler terk etmemişti bizi , biraz daha sabretmek istiyorlardı. O zamanlar daha Olric’le de
tanışmamıştım. Güzel düşler ülkesi diye birşey uydurmuştum, Utopia gibi kendine
münhasır bir ülke. Kelimlerin göç mevsimine yakındı zaman, belki “ben sizin
babanızım” manzumesinin yazılmasından kısa süre önceydi. Güzel düşler ülkesinin
Türkiye temsilciliğine aday olduğum günler. O ülkede kelimeler kendi
anlamlarında kullanılırdı. Herkesi takip eden donanımlı ajanları vardı mutlaka.
Kendilerinin ne kadar şanslı olduklarını anlamaları için halklarına burada geçen
zırvalıkları anlatırlardı. O zamanlar çok aradım o ülkeyi. Olmayacak yerlerde
sabahladım, kağıt yığınları üstünde , akşamdan kalma düşlerimi şarap –leblebi
kahvaltlarında erittim. Sonra geçti herşey . Unutmak ne büyük erdemdi. Bir onu
unutamayacaktım belki de, yola gidip dönemeyeni.

Kalemle tanışmama bağlıydı bunların hepsi. Kalemle ve yazıyla tanıştıktan sonra
her şey zincirleme bir trafik kazası gibi gelişecekti çünkü. Küçük bir çocuktum
o zamanlar , şiirle mani arası şeyler karalıyordum, etrafımda bunu yapan pek
fazla insan olmadığından ben de farklı birşeyler olduğunu sanıyorlardı. Oysa
yazdığım aldatılmış bir toplumun aldatılmış kelimelerinden başka birşey değildi.
Evet zamanı gelmişti yola çıkmanın , anılar o kadar kesik kesik ve zorlayıcıydı
ki başa çıkacak gücüm kalmamıştı. Ama özgürlük kelimelerin ucundaydı. Yazmak , bir anlamda yaşamaktı benim için. Hayatta kalmak için gitmek gerekli , yitik kelimeler diyarını bulmak gerekli.

Dündar Bayram

Yaşamak Zor Şey

Ne gördüğün kadar basitdir her şey, ne düşündüğün kadar karmaşık.Ne istediğin anda ölümü seçebilirsin ne de ölüm kapını çaldığında yaşama şansın vardır.Bazı seçimleri yapma hakkın yoktur.Bir çocuğun anne ve babasını seçememesi gibi hayatında bazı olayları değiştirebilme ihtimalin de yoktur. Aklına takılan bir sorunun yanıtı için aylarca dolaştığın olur.Sokak sokak tüm şehirleri gezme arzusu ile yanarsın.Evleri, insanları tanımak, onları anlamak istersin.Kolay değildir elbet bu , yalnızca böyle unutacağını sanırsın dertlerini.Hiç ummadığın bir anda eski, tanıdık bir kitabın sayfalarında, kulağına takılan bir şarkı sözünde buluverirsin yanıtı.Zaten bildiğin ancak aklından çıkıveren bir şeydir işte -çok basit bir detay- atlamışsındır. Tüm acı veren olaylardan kaçmak istersin.Ölümden kaçmaya çalıştığın gibi kaçarsın aşktan.Başka bir deyişle ölümden kaçamayacağın gibi aşktan da kaçamazsın.Aşkta yarın yoktur derken aklın hep yarınlardadır.Sevdanı doyasıya gönlünde bile yaşayamazsın.Ayrılığın hüznü yakanı bir türlü bırakmaz.Unutmak istedikçe hatırlar, savaşmak istedikçe yenilirsin.Ne kahkahalarla gülebilir, ne hıçkıra hıçkıra ağlayabilirsin. Hiç olmayacak bir anda , belki bir dosta merhaba derken, belki hoşuna giden bir şiir okurken belki de televizyonda herhangi bir program izlerken farkına bile varmazsın yanağından süzülen yaşların.Öylesine, sessiz sedasız akıverir işte. Hem özgür olmak, hem de bağlanmak istersin.Bilirsin çünkü özgür olmanın bir yandan da yalnızlığa eş olduğunu.Dolu dolu bir sevda yaşamak istersin ancak incinmekten korkarsın.Hem dünyadaki en saf sevgiyi yakalamk istersin – sence bu kadar yalındır sevda çünkü- hem de mantıklı olmaya çalışırsın. Bilirsin aslında aşkta mantık olmayacağını.Elbet birinden vazgeçersin. Ne gidebilirsin bir adım öteye, ne de dönebilirsin geçmişe.Yaşamın bu günden ibaret olduğunu bile bile çakılır kalırsın maziye. Hiç bir şeyin değişmeyeceğini bilsen de her baharla yeni umutlara yelken açarsın. Hayat hep başka ve daha zor sınavlarla çıkar karşına, yorulursun. Küçük mutlulukları büyütmeye çalışmazsan hiç bir tadı kalmaz hayatın. Büyük mutlulukları yakalamaya belki de ömrün vefa etmez.Yıllar inanılmaz bir hızla geçer gider. Bir de bakarsın, bitimine gelmişsin ömrün.Yaşamadım dediğin ömrün bitivermiş.

Ne yazık ki kimseye ikinci bir hak verilmemiş.
( En azından ben böyle düşünüyorum )

Düşünceyüreği

Yaşam O Kadar Cömert Değil

Yaa biz, binde bir karşımıza çıkan dostluk, arkadaşlık fırsatlarını ne yapıyoruz? Akşamüstünün bir saatinde yorgun gövdemizi yaslayıp mırıl mırıl konuşabileceğimiz, omuzumuza dolanan bir kolun, başımızı yaşlayabileceğimiz bir omuzun, belimizi kavrayan bir elin, uzun yollara dayanıklı aşkların sahibi karşımıza çıktığında tanıyabiliyor muyuz onu, değerini biliyor, biricikliğini, benzersizliğini anlayabiliyor muyuz?

Karşımıza zamansız çıkmış insanları yolumuzun dışına sürerken bir gün geri dönüp onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz? Hayat her zaman cömert davranmaz bize, tersine çoğu kez zalimdir, her zaman aynı fırsatları sunmaz, toyluk zamanlarını ödetir. Hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız dostlukların, savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalarız bir gün.

Bir akşamüstü yanımızda kimse olmaz, ya da olanlar olması gerekenler değildir. Yıldızların bizim için parladığını göremeyen gözlerimiz, gün gelir hayatımızdan kayan yıldızların gömüldüğü maziye kilitlenir.

Kedilerin özel bir anını yakalamak gibidir kendi hayatımızdaki olağanüstü anları ve olağanüstü kişileri yakalamak. Bazılarının gelecekte sandıkları “birgün” geçmişte kalmıştır. “Nasıl olsa ileride bir gün tekrar karşıma çıkar” dediğiniz kişi tam da o gün bu zalim şehri terk etmiştir, boş yere bu sokaklarda aranırsınız..

Birlikte olduğunuz, tanıdığınız insanların, dostlarınızın, arkadaşlarınızın değerini ne kadar biliyorsunuz, ne kadar farkındasınız, hiç düşündünüz mü hımm 🙂 ?

Düşünceyüreği

Yalan Hayatlar

YAGMUR DELISI…. Bir deli yagmurdun sen . yagisini,tepeden tirnaga beni sirilsiklam yapmani severdim. her damlan içimeislerdi,her damlan yüregime akan bir nehire dönüsürdü. O islak halime bile tir tirtitrerken , bir tek damlani bile kaçirmamak için çaba kapanmazdim hiç biryere . Yagmurdan sonra üsümeyi kim severki ? iste. Bir yagmur dbagilisinadönüstürmüstün beni. Sen yagdigin zaman elinde semsiyeyle gezen, kaçisaninsanlari gördükçe öfkelenirdim.Seni hissetmeyen insan neden yasar kidünyada ? Sonra dagilirdi öfkem ve gururlu bir gülüs kaplardi yüzümü. Hiçkimsenin fark etmedigi o güzel islakligin tek sahibi bendim. Bu beni hepsindenfarkli kiliyordu. Onlar sirdanadi ,ben farkli . Uçurumun dibindekiyanliz çiçektim ben . Tek besinim yagmurdu. Yagisini beklerdim.Kurak günlere,ayaz gecelere inat hiç bitmeyen bir umutla beklerdim seni. Kapardimyapraklarimi, bükerdim boynumu direnmek için . Umudun yitip gittigi günler de olduelbette. Bekleyisin iskenceye dönüstügü zamanlar da oldu. Yagmamaihtimalin yoktru ama ya ben sabirsizdim, ya da sen yagacagin zamani çok iyibiliyordun.Ben bunun rahatligiyla hiç solmayacagimi düsünürdüm. Yagacaginibilerek özlemin tadini da sevdim ben .Benimle birlikte bekleyen diger yanlizçiçekler ”Artik yagmayacak ” diye kendi yagmurlarindasn ümidikesmisken ben ”durun derdim onlara benim yagmurum hepimizi hayata döndürmeyeyeter…” Öyle kivaminda yagardin ki, ne sel olup kikardin duvarlari ne bir kaçdamlayla kandirdin dünyayi. Hep ”sükür” dedirttin . Seni tasiyanbulutlar da hiç sihay olmadi .Yakismazdi sana kara bulutlardan düsmek dünyaya.Aydinligini verdin, beyaza boyadin onlari . Bu yüzden hiç bir zaman için yikimolmadi yagisin. Yagisindan sonra gökkusagina dönüsmeni de sevdim. Herdamlan baska bir renkti çünkü. Gözlerimi alamazdim o renk cümbüsünden.Çabuk kaybolacagini bildigim için bir saniye ayirmazdim gözlerimi senden.Sonra günes yükselir, sonra sen çekilirdin. Ama her gidisin yenidendöneceginin müjdesiyidi ben bunu bilirdimim. Bu aralar bazi yerlerde kurak günlergeçiyor. Ne bulut var, ne de yere düsen bir damla. Ben yine direniyorum amasen o kurak yerlere yagmakta geciktin ey yagmur!!!… Sitemedir sanma,vardir bir bildigin ama düsün ki sen olmasan solup gidecegim bu dünyada .yagve berni sirilsiklam et
beni . BEN ÖYLE TUTUKLU , ÖYLE YAGMUR DELISI ….

Düşünceyüreği