Denge

Bir gün ışımasıydı gözlerime attığın bakış. Sonradan hatırlıyorum
düşününce. Aslında düşünmek istemediklerimin içinden çıkabilseydim daha
yaşanılır olurdu belki hayat. Burada sıkışıp kalmışken günün belli anlarında
seni düşünmek başıma gelen en iyi şey olsa gerek ya da seni düşünmeye çalışmak.

Sadece düşünmek istediklerimi düşünebilseydim huzuru bulurdum belki ama o konuda da tereddütlüyüm. Seni çok görmek istiyorum bu sıralar. Her zamankinden daha da fazla. Günün ışımasıyla geliyorsun aklıma hep. Sonra unutuveriyorum istemeden de olsa. Saatlerce yazabilmek üzerine tartışırdık Sonra sen giderdin ve her giden gibi imkansızı oynardı dönüşlerin. Anlamlı anlamsız güldüğün içindi her kahkahada seni aramam. En çok sevdiğim duruşlarından biriydi belki. Anlamlı anlamsız gülüşler….. Yakınlaşmak istediğin bir yer vardı hep beni de içine alman için yalvardığım ama ben bile bulamadım orayı dedin hep. Bulman da olanaksızdı belki. Zaten nereye gittiğimiz mühim değildi benim için sadece elini tutmak istiyordum her gün ışımasında. Seni beklerken kurduğum hayallerin sayısı artıyor her geçen gün. Hayal kurmaktan sıkılmak en büyük korkum. Belki seni bulurum bir gün ümidiyle kurduğum hayaller. Gariptir ki, tükenmiş nadir anlarda hayallerime bile giremiyorsun rüyalarımdan kaçtığın gibi. Gerçekliğini sorgulamayacağım söz veriyorum sadece bir kere olsun gelirsen hayalime. Düşünmek istediklerimle istemediklerim arasında duruyor olmalısın sen, bir türlü nereye koyacağımı bilemiyorum gözlerini. Her kaçak gibi sen de yok oluveriyorsun birden. Zamanın içinde bir kuytu köşeye kaçmak gibi sensizlik, ne yaptığını anlamamak, bilememek. Yine bir gün ışımasında gelir misin acaba diyorum yanıma. Hayal kurmak istiyorum ama olmuyor tahmin edersin ki. Kuytulardan çıkışlarım yine o anlara denk geliyor, gün ışımaları….. Girişlerimi anlatmak istemiyorum aslında, onları düşünmek istemiyorum ama aklım dinlemiyor ağzımdan çıkanları. Biraz hakimiyet derdin hep. Çok iddialıydın. Şu sıralar kaybettim hakim olmak fiilini gibi geliyor ve çaresizlik korkutuyor en çok da beni. Mutsuzluğumun içinde sen yoksun artık yerini belli korkular kapladı. Onların üzerine çalışıyorum daha çok. Yenebilmek güzel bir oyun olmaktan çıktığı zaman başlıyorum korkmaya. Ama dedim ya sensizlik korkutmuyor artık beni, örttüm üzerini daha gerçek korkularla. Yalancı bakışlar arasında kaldığımdandır belki de seni bu kadar çok arıyor olmam. Belki de ben tüm bakışları hoyratça yorumlamaya başladım. Bunları cevaplayamadığım sorularım olarak Kabul et. Bir gün bir düşünce fırlatırsın belki canın çekerse. Sorun da buydu galiba senin canının çekişlerini beklemek. Yaşam bir şeyleri beklemekle geçiyor zaten diyerek kandırabilir miydim kendimi acaba bir ömür? Bunları düşünüyorum tabi zaman zaman. Seninle konuşmalarımdan kaçıp kurtulmuş bir çok hikaye var aklıma gelen ama hiç konuşamıyoruz ki seninle düşüncelerimin dışında. Gerçekle olmayanı karıştırmak istiyorum bazen bulabilmek için seni ama izin vermiyor düşüncelerimdeki kopukluklar. Nereye gittiği belli olmayan hikayeler gibiyim; karmaşanın sınırını ölçemiyorum aklımla. Biraz yardım için kaldırsam başımı seni görüyorum karşımdakinin yerine. Ama o da bir illüzyon tabi ki.

İçimdeki açlığın sınırlarını bir bilebilsem. Okyanuslarla mı ölçsem diyorum bu
sıkıntıyı yoksa yazmaktan korkan kalemimin eskitilmiş sırça ucuyla mı?Günler
geçer diyorum zaman donup kalmışken. Az sonraysa asırlar kayıp gidiyor
defterimin arasından. Bir dengesizlik hakimken bütün varoluşları yaşadığımız
yerler dahil, benim dengemi koruma çabam neden? Haykıramayışlarım, bilinçli
bilinçsiz susuşlarım neden? Gökyüzündeki yıldızları sayıp, gördüklerimi unutmam
neden? Unutmuyorum aslında unuturmuş gibi yapıyorum. Acıların ellerimizde
kollarımızda bıraktığı izler en çok da koyan. Nasıl atarız içimizden
pişmanlıkları, korkuları ama en çok da benliğimize acıyışlarımızı? Her içeri
dönüşümde seni görmemdendir yine senden bahsetmemin sebebi. İyi olmak içinse tüm çaba kendimize yetebilmenin ötesinde, başkalarını yaratıp fırlatmalarımız neden hayatlarımızın tam orta yerine? Kendinden sıkıldığı an insan coşup yeni hayaller kurarken yıldızları görebilmek gibi düşünebilmek ya da seni düşünebilmek. Tüm istediğim bu zaten. Rahatlamak için mi yazıyorum yoksa durduramadığım için mi?

Boş mu her şey yoksa karmakarışık mı? Karmakarışık olduğu için mi boş geliyor
yıldızların içleri? Sana dokunamadığım için mi kuruyorum tüm bu yalanları?
Sonunu ezberlediğim gecelere karışmayacağım artık. Karışmak istesem de
karışmayacağım. Kelimeleri seçerken dikkatli olmaktan çok sıkıldım. Ben de
çirkinlikle bezenmiş bir sözlük istiyorum kendi kelimelerimi vermek pahasına da
olsa. Ama olmuyor tabi. Olur belki bir gün. Daha mı mutlu olurum? Daha mı
mutsuz? Kendim gibi olur muyum? Onu da unutuyorum bazen. Bulur muyum kendim sandığım gerçekliği? Ya da cesur bir dengesizlik çabasında kaybeder miyim (kendimi)?

Nisan Taser

Demek Sendin Üftadem

“Hümeyra’ya”

Ey gülistan-ı letafet sevgili !… içimdeki yangına gül-abı baran ile saçılıp aşkın ile serpil bana… resmet ki beni… avucumdaki siluetine dökülen dide-i baran halimi anlayan olsun… tablolarından dökülen keskin bakışların şaşkın gönlümü parçalasın… her gördüğüm gonce-i gül gözün gibi… ruhlar aleminden dökülen hoşnut olduğum sözün gibi… karanlığımı yaran dırahşan-ı ruhsar gibi… hattatlığımı gözüne sürme ile nakşetsin… zira ok temrinine benzeyen kirpiklerin su ferahlığında düşüp yüreğime, hararetimi yatıştırırcasına… gönlüm atlas bahçelerden rayihalarla saçılsın sana…

Ey gülistan-ı letafet sevgili !… ümidim odur ki hoş yürüyüşlü… hoş salınışlı… serviyi andıran pesendide üftade gibisin… şayet bir huzmecik bakuşuben hande-i naz ile gül-i ra’na verirsen bana… gönlümde büyüttüğüm servinin kumru gibi yalvarmasını, ram ederim sana… nasıl ki sarhoşa şarap içmek zum olmuş bedenine hoş geliyorsa… benim de aklımı başıma getiren lal dudaklarından dökülen sözlerin… lakin ruhundan ahenkle güzel gülü resmettiğin yansımaların bende hu… bülbül olup dökülen kanımdır gülün tattığı bedende mey… nil nehri deltasında lebolyalardan tanıdığım mısır ülkesinin tanrısı ra… hü… mey… ra… gönül mizacımı değiştirdiğim sensin, gördüğüm ilk günden beri letafetini…

Ey gülistan-ı letafet sevgili !… gönlüme düşen mucizeyken… gönül narım suyuna hasretken… dostluğunun ebedi olmasını dilerken… desen ki bana… dostluğum adına zehri iç bileyim seni… içmezsem ab-ı hayat diye aşkın mahşer günü, cehennem ateşlerinde yanayım… ey gönlüm! dertlerine derman olabilirse günahkar bedenim… sana olan susamışlığıma ruhlar aleminden arınmışlığım… sana olan aşkınlığım keramet denizlerinden ummana varmışlığım… cehennem korkusundan yanmış gönlüme heyulan ile gül-i baran serpiştirsin… vuslat çeşmesini ararken gönül aleminden birden bire düşsün gönül sinesine… rahmana elimi açtığım dualarımda dilediğim demek sensin… siluetini gördüğüm gül-i ra’na sensin… demek nisan yağmuru gibi gönlüme düşen teranelerden kalemime dökülen ilk günün denemesi sensin…

Bir Cuma akşamında, sensin tren yolculuğumdaki trendimi yükselten… demek sensin ruhlar aleminde ilk ve son yolculuğumda hu diyerek… mey içerek… mısır ülkesinin ra tanrısı… hü…mey…ra… demek sendin…

Mehmet Kelebek

Büyüdüm Anne

Hayat! Belki bir ölünün parmak uçlarında dans etmek. Yorulmadan,
bıkmadan, severek… Ayaklarımız çıplak ve etrafımızda uçuşan bir
eteklik. Kulağımızda o nereden geldiği ve nereye gittiği bilinmeyen rüzgar
uğultusu. Bulunduğumuz yer ise ya deniz kenarı ya da toplama kampı…

Ne fark eder?

Uzaktan gelen ninni sesi, içimize usul usul işleyen ana hasreti, ana
kucağı, ana sıcaklığı… Boğazımızda ise koca bir düğüm. Ve zamanı kanatan
bir haykırış, “Çanlar benim için çalıyor anne! Benim için…”

Koca bir sessizlik…

“Minik yavrun büyüdü anne. Büyüyemez sanmıştın. Gel gör ki artık elleri
kocaman kocaman. Düşlerini gömdü onlarla tek tek kara toprağa. Bir
mezar taşı bile koymadan… Kefensiz, törensiz, duasız… Ardına bile bakmadan
koca koca adımlarla uzaklaştı o diyardan…

Yapayalnız!

Eli yüreğinde! Eli kanlı, gözleri kara, kara yollarda… Bildik bir ninni
dudağında. Bir de sebepli sebepsiz bir kahkaha. Minik yavrun çok
yoruldu anne! Çok korktu! Düşe kalka geldi bu uçurumun kenarına. Elinde bir
papatya…

Belki en büyük delilik bu! Belki de hayatın küfrüdür bana… Sebebini
sorma! Bilemem… Ne oyuncak bebeğim ne salıncağım… Ne elma şekerim ne de
kırmızı tokam. Bilemez onlar da… Ağlarlar yalnızca! Elleri titrek,
dilleri suskun…

Neden, diye hiç sorma…

Büyüdüm anne! Masalların dilinin sustuğunu görerek, gerçek oyunlara
girerek, toprağımın çatlamasını izleyerek, yağmuru bereket bilerek,
alnımda emeğim titreyerek…
Büyüdüm anne! Yağmurun altında toprağa yaşamı çizmeye çalışarak. Ve de
çizemeyerek… Eli yüzü çamura bulanarak, pislenerek… Üzerimi kirlettiğim
için bana kızmanı bekleyerek. Ümit ederek, özleyerek… Eve götürmen için
bas bas bağırarak. Reçelli ekmek yap, diyerek…

Büyüdüm…

Elbisem üzerime dar geldiği için insanlar arasına çıkamayarak,
ayakkabılarım sıktığı için hep topallayarak, korktuğum için düşlerimi
saklayarak, düşünmeyi yasak ettikleri için beynimi aldırarak, yalan konuşmamı
istedikleri için dilimi kopararak… Kendilerinin ki kurtlandığından ona
sahip olanları istemedikleri için yüreğimi ellerimle sökerek… Kana
bulayarak…

Ve hiç ağlamayarak!

Evet, onların nazarında büyüdüm anne! Kocaman oldum…

Oysa senin gözünde hep çocuk kaldım. Ha ağladı ha ağlayacak. Elinde
oyuncak bebeği… Terleyip hasta olması muhtemel… Çamurdan pasta yapıp bir
de onu yemeye çalışan. Sürekli eteğini çekiştiren, başını ağrıtan…

Ben büyümedim ki anne!

O yüzdendir korkusuzca bir ölünün soğuk parmak uçlarında dans etmem.
Ayaklarım çıplak, umarsızca eteğimi bir oradan bir oraya savurmam. Bağıra
çağıra şarkı söylemem. Yorulmamam, bıkmamam… Umut etmem!

Ve ölümü dahi seviyor olmam…

Varsın bana “deli” desinler. Varsın gülüp geçsinler. Varsın onların
yanında hep hafif kalayım… Bir tek senin gözlerinde o ışığı göreyim yeter!
Kollarında o sıcaklığı duyayım…

Gülay Soydan Pehlevan

Bugün Yaşamaya Ne Dersin

Günesin o ilk dogus anina en son ne zaman tanik oldun insanoglu, taptaze isiklarinin tüm vücuduna yayilmasini ne zaman izledin kendinde, bir sonbahar sabahi o ilikligi ne zaman hissettin yüreginde… Bizler aslinda bize hergünün bir lütuf oldugunu anlamayacak kadar duyarsiz bir sekilde geçip gidiyoruz bu hayattan. Hanginiz sabah gözünü açtiginda bunu dünyaya tekrarliyor: Bugün özel bir gün çünkü ben bugün de yasiyorum, gözlerim açik ilk nefesimi bilinçli bir sekilde çektim içime, bu bir ayricalik, bugün özel bir gün, evet.. bugün bana birgün daha yasama sansi verildi diye. Insan yasaminda ne sorunlar var ama biz o kazagi alamadik diye bütün günü o güzelim ruhumuza ve bedenimize azap çektirmekle geçiriyoruz veya sevgiliniz sizin sevginizin yüceligini anlamadi diye kahroluyoruz veya sular gitti diye, hava sogudu diye bütün gün kendimize ve sevdiklerimize surat asiyoruz. Bir de söyle düsünelim, siz basli basina bir yasamsiniz ve hayatta telafi edilemeyecek tek sey ölümdür. Sular elbette gelecektir, soguk hava için biraz daha siki giyinebiliriz, sevgilin seni anlamiyorsa aslinda senin sevdana layik olmadigini pekala algilayabilirsin… Peki, bu hayata ne zaman gülümseyeceksin, ne zaman kendin için birseyler yapacaksin, en sevdigin çiçegi neden hala baskalarindan bekliyorsun, bugün kendine niye o çiçegi almiyorsun, ne zaman miskinliginden bir sabah da ödün verip doganin israrla uyanisina kendini de sahit etmiyorsun, unutma ki bu hayati güzellestirecek olan da çekilmez hale getirecek olan da sensin, sakin baskalarini suçlama… Hadi artik her sabah yüregine kocaman gülümsemelerle dolu bir nefes çek ve bütün gün verdigin her nefesin içine bu gülümsemelerden katarak etrafindaki tüm canli varliklari varligindan haberdar et. Hayata öylesine gelme ve de öylesine gitme, unutma ki bir agacin gövdesine sarildiginda onun kalp atislarini duyabilecek kadar bu dünyada duyarli yasamak senin elinde, her ne olursa olsun tani veya tanima ama günaydinini ve gülümsemeni hiç bir canlidan eksik etme. Unutma sen bu dünyada basli basina bir yasamsin ve bu yüzden bile varligin çok özel.

Evet insanoglu, bugün YASAMAYA VAR MISIN?

Düşünceyüreği

Bilmiyorum

Bilmiyorum. Bilmekte istemiyorum. Çünkü bildiklerim
ve bileceklerim beni korkutuyor. Sorular cevaplarından
uzak bir yerlerde beynimi kurcalayıp dururlarken
nedenleri merak ediyorum sonra. Ama
bilmiyorum..bilmekte istemiyorum.
Ne yapmam gerektiğinide, nasıl tepki göstermem
gerektiğinide bilmiyorum. Çünkü kimse bana öğretmedi.
Belkide ben öğrenmek istemedim. Bazı şeylerin sadece
bana özel olmasını istediğimden olsa gerek,
hedeflerime hiç ulaşamadım. Hedef yada amaç ..herneyse
unutuldu. Bir anda ulaşılamaz yapıldı. Engellerin
görünen yüzlerine saygı duyarken, düşmanlarımın ne
kadar içten ve yakın olduklarını tahmin edemedim.
Olmadı, yapamadım. Kocaman bir kaybeden kişilik olarak
yaşamak zorunda kalmak, yaşamayı ölüme tercih etmek,
yada hayatta bir kez olsun sadece kendim istediğimden
bişeyler yapabilmek için kendime öncelikle herşeyi ve
hiç yalan söylemeden anlatmam gerekdi. Anlatmalıydım
herşeyi, anlatacakdım. Bundan sonrasında hayata dair
yeni planlarımda hep bu anlatılanları örnek alacağım.

Ders almayı becerebilmiş miyim diye merak edip her
yanlışı tek tek incelemek ve herşeyi oluruna
bırakmadan önce son kez bir şeyleri yönlendirmeyi
istiyorum. Seçtiğim yol seçme zorunluluğum olarak
kalmamalı. Onu gerçekten ben seçmeliyim. Kendim için
alacağım keskin kararlardan yalnızca ben sorumlu
olabilirim. Bu durumda suçluda yanlızca benim. Hiç
yalnız olmadımki diye düşünürken çevremde gezinip
duran onca şeyin hiç olduğunun farkına varmam uzun
sürmedi. Hiçbir şey istediğim gibi devam etmesede
aslında herşeyin düzenin gerektiği gibi yani kendimin
dışındaki insanların istedikleri gibi oluştuğunuda
biliyorum artık. Yenildim. Bu çok açık ve tartışılmaz.
Hayatıma kendi sorumluluğum altında yenildim. Onun
ağırlığını taşıyamıyorum artık. Aslında kendimi bile
taşıyamıyorum. Bir zavallıya dönüşmemi elimden
hiçbirşey gelemez durumda seyretmek zorunda kalmam
ölümden bile büyük bir acı ile beni karşı karşıya
bıraktı. Önümde geriye kalan seçeneklerim de sadece
ölümümüm şekli yada geri kalan kısa ömrümü nasıl
yaşayabilecek oluşum. Bunların dışında bana seçenek
diye gözükenler ise sonunu çok iyi bildiğim karanlık
mağaraları andırıyorlar. Ne ben onların içine girmek
gibi bir cesaret gösterebilirim nede onlar bunu
yapmama izin verirler. Görünürde seçeneklerin bol
olduğu ama aslında hiçbir seçeneğin olmadığı, acımasız
ve kararsız bir dünyada yaşıyorum. Kimse neden
yaşadığının farkında değil. Kimse kaybettiklerinin
yada kazandıklarının hayatın tümü karşısında aslında
ne kadarda küçük olduklarının da farkında değil.

Herkes sadece yaşamak istiyor. Ama “neden?”, eminimki
onlarda bilmiyor. Bu kadar kargaşayı, bu kadar canlı
cesetleri alt tarafı bir içgüdünün oluşturmasıda
sonsuz bir umutsuzluk veriyor. Amaç yada amaç gibi
görünen aptal anlık amaçlar umutsuzluğun keskin
bıçağıyla delik deşik olmuşken birşeyler beklemek,
birşeylerin kendiliğinden olmasını beklemek, rahatlığı
şansta aramak, sevgiyi sevgisizliğe dönüştürmek hep
kendi seçimim oluyorlar. Sevgiye olan açlık ve
gereksimimi her ne kadar hissedebiliyorsamda,
yaşadığım hiçde küçümsenemeyecek acı dolu olaylar
nefreti benim için sevgiyle yer değiştirdi. Gerçek
sevgiyi değil gerçek nefreti aramaya başladım. Bu
öylesine bir nefret olmalıki bu nefrete layık olan şey
kendisine öldükten sonra bile vurmaya devam edeceğimi
bilmeli.

Gerçek olan tepkisiz kalamamamdı. Göz de yumamıyordum,
hoşgörü de sağlıyamıyordum. Yeteneksizdim belkide. Ama
limite ulaşmış tahammül yada kemirilmekden artık
iskelete dönmüş sinirlerim bana sadece nefret
etmelisin diyor. Herşeyden…kendimden bile. Sonrada
zarar vermeliyim. Bu onların aptal intikamlarına
benzememeli çünkü değiller. Eğer o şirin bebek bana
gülümsemeyi keserse, yada onun bana bakmadığı bir anda
canilik neymiş gösterebilirim. Ama ya bakarsa. Ya gül
yine sabah gördüğü ilk ışıkla o muhteşem yapraklarını
açarsa. Ne yapabilirim o zaman. İyiliğin kötülüğü
yenmesini oturup büyük bir sabırla beklemeli
miyim,yoksa bunun içinde bizzat bulunup yardım mı
etmeli. Benliğimden bile şüphe duyarken hangi tarafata
olduğumu bir türlü kestiremiyorum. Yok etmek sadece
kendim için kolay ama sonrasında hep sorular dökülecek
yok olan varlıklardan. Vicdan azabı yaratmasalar bile
düşündürecekler en azından. Gözümün önünden nefes alıp
vermeye devam ettiğim sürece çıkmayacaklar. Hiçde
istemediğim bir güce sahip olmayı, geleceği hep doğru
tahmin etmeyi en az yaşam kadar kurtulmak
istediklerimden. Aslında düşüncelerimi bile
yönlendiremiyorum. Çünkü onlar zaten yazıya geçmeden
önce yönlerini bulmuş oluyorlar. Bıkkınlık da tamamen
umutsuzluğun bir alt nedeniyken hala ağlayabilmem,
birşeylere yok edildiğini sandığım duygusal tepki
verebilmem, hatta öksürüp ses çıkarabilmem bile bir
mucize. Düşünüyorum neden mutluluklar hep bu kadar
kısa sürer diye. Neden hep umutla beklenen yazlarda
olur bu duygusal patlamalar. Ve ben neden hep bu
zamanlarda nefretimi çıplak bir şekilde görürüm. Sorun
neydi acaba. Gerçek sorun neydi onu bile unuttum.
Hiçbir neden bulamıyorum. Aramak bile sıkıcı artık.
Varlıklarından şüphem yok ama artık nerede oldukları
umrumda bile değil. Kendi isteklerim doğrultusunda
bulduğum çoğunlukla saçma nedenlerime bağlılık
yeminini çoktan ettim. Bundan sonra bana “işte neden
bu” diye sunulacak herşey doğru bile olsalar anında
reddedilecek. Çünkü doğrular benim düşündüklerim.
Sizin doğrularınız değil.

Ne istiyorum ben? İstek neydi acaba? Nerede düşürdüm
onu? Umutsuzluk ve sonsuz nefret beni bu hale sokmadan
önce neleri amaçlamıştım? Herkesinki gibi sıradan bir
hayat yada yine herkesinki gibi başkaları tarafından
oluşturulmuş ve yine başkaları tarafından
yönlendirilecek bir hayat mı? Ne istiyordum acaba?
Özgürlüğün artık komik bir kavram hale geldiği bir
yerde yaşamak mı? Yoksa umutsuzluğu sevgisizlik ile
birleştirip omuzuma ölene dek taşıyacağım bir yük
olarak koymayı mı? Ne istiyordum ben?
Evet bir yolda işte böyle göz göre göre uçup gitti.
Bunuda kaldırabilirim sanki. Ama geride kalan
yollarında elimden hiçbirşey gelemeden uçup gitmesine
seyirci kalamam. Çünkü bu benim sonum olur. Kaybedilen
bu yolda biraz daha korkuyu arttırdı o kadar. Eskiden
korkuyordum ama şimdi çok korkuyorum. Ne olacağını
kestiremiyorum ve hep kötü şeyler seziyorum. Gelecek
korkusunda şimdiki zamanımın korkudan verdiği acısına
dayanamayıp önceden pes etmektende korkuyorum.
İnsanların gözünde önceden ölmekden korkuyorum.
Değersizliğin nereye kadar süreceği merakı içinde
ellerim kollarım bağlı iğrençliklere ve rezilliklere
dur diyemiyorum. Odamın duvarlarının beni ezmek
istermişcesine üztüme üstüme gelmelerine karşı
koyamıyorum. Bazen nefesim daralıyor bazen ben
tutuyorum. Bazende öylesine sinirleniyorumki
birşeylere çok kötü zarar vermek istiyorum. Buda çoğu
zaman çevremdeki en yakın insana yani kendime denk
geliyor. Geçmişde yaşadığım kaoslar yada çelişkiler
yetmezmiş gibi, sanki acıların dostluğunu kabul etmişe
benziyorum. En iyi dostların, gerçek dostların onlar
oluyor. Ve ben yine hiçbirşey yapamıyorum. Beklemekden
başka. Olanları seyretmekten başka. Kırılmış umut
kalıntılarım ancak bunlara izin veriyor. Kendimi
kaybediyorum yavaş yavaş. Ve hala hissedebiliyorum.
Kayboluşumu, gözlerden uzaklaşımışımı, geriye tek ve
küçücük bir iz bırakmadan ayrılacak oluşumu…
pişmanlığımı seziyorum. Yanlışı aramayı sürdürmektense
önceden belirlediğim “işte yanlış burada” noktalarını
örnekler haline getirmeliyim. Bu zaman kazandırabilir.
Ama hiçbirşeyi engelleyemem. Ne düşündüklerimin
sansürsüz bir şekilde dışarı sızmasını nede yok
oluşumu, bilinmeyen uzaklara yolculuğumu engelleyemem.
Çok önceden kontrlolümden çıkan onca şeyin bir
tanesini bile geri getiremem. Geri bile dönemem. Çünkü
her kapı kapalı benim için. Kendi kendimi hapsetmiş
gibiyim. Olduğum yerden, oturduğum koltuktan bir an
için bile ayrılmak istemiyorum. Kimseyle iletişim
kurmayıda istemiyorum. Konuşacaklarımı kendime
saklayıp, şimdiki gibi hepsini yansıtamasamda kendime
anlatmayı düşünüyorum. Farkında olmadan planlarımı
kurmuş oldum aslında. Zorluğu unutmalıyım. Zorları
basitliğe indirgemeliyim. Kimseyi seçtiklerinden
dolayı suçlamamalı ve asıl suçlunun şimdi ve her zaman
hep kendim olacağımı unutmamalıyım. Ben aslında
ölmeliyim. Hemen şimdi.. .

Yoğunlukda beynimde dönüp duran düşünceleri bir sıraya
dizemiyorum. Hangisi en üstteyse önce onu
kullanıyorum. Kendime olan nefretim çaresizliğimden
kaynaklansada diğer çaresiz insanlara sempatiyle
bakmam, hatta onların o haliyle eğlenebilmem nasıl
açıklanabilirki? Hem zaten siz ne biliyorsunuzki?
Paçavra düşünceleriniz, benim için hiçbir anlam
taşımayan araştırmalarınız, sonuçlarınız ve
nedenleriniz hep sizin olsun. Ve bu kadar saçmalık
arasına sizlerde katılın, sonrada hep birlikde ölün.
En azından bazı yeniden başlama şansı doğabilir. Ama
hala değersizliğin ve umutsuzluğun üstesinden ne
gelebilecek bilmiyorum. Şu an sadece gerçekleri
görüyorum. Hayaller epey uzakta. Ve gerçekler hep acı
veriyor. Umudu yiyor, değeri azaltıyor. Ve bu durmadan
tekrarlanıyor. Bende kaybolurken aslında eriyorum. Her
parçam eriyor ve yerde tabaka oluşturuyor. Yakılmayı
bekliyor. Tamamen yok olmayı. Uzaklaşmayı ve bir
dahada geri dönmemeyi. Hatırladığı herşeyi unutmayı ve
silmeyi çok istiyor. Hala ve hala yeni baştan
başlamalı diyor. Ne ve nasıl..? o beni hiç
ilgilendirmiyor. Herşeyin sorumsulusu bensem bile, ben
yinede başkalarını sorumlu tutuyorum herşey için. Ve
bu duruma kendi kendime gelmediğimide düşünüyorum.
Birileri bu aşşağılık sorumluluğu paylaşmalı benle.
Yalnız ancak düşlediğimin yarısını yaşayabilirim.
Yalnız olmuyor…yaşanmıyor. Bu eriyişimi
hızlandırıyor. Kayboluşum dahada acı veriyor.
İzleyenim bile yok..Ve bunun bilincide ölümüne bir
neden daha ekliyor. Gözlerden uzak bir ağaç gibiyim.
Sulanmayı yağmurdan alıyorum ve beslenmeyi toprak
yardımıyla yapıyorum. Kimseye muhtaç değilim ama olmak
istiyorum. Hemde çok. Ölüm sonrasında,kendiliğinden
gelmeli, şimdi değil. Buna ben karar veremem. Herşeyde
olduğu gibi. Onlar karar verir. Onlar olur der ve o
hep olur. Veya ben olacağını hep bilirim.
Davranışlarımı ona göre düzenler, yapmam gerekenleri
plana bu şekilde koyarım. Gerçektende hiçbir art niyet
olmadan yapılmış alayvı tavırlar sonumu hazırlayabilir
ama sadece o gözlerde. Kendi gözlerime göre hala
yaşıyorum. Çünkü kendimi 2 dakikada olsa aynada
yaşarken görebiliyorum. Hıza yetişemiyorum belkide.
Çok istesemde yarış yapamıyorum. Kaybedenin kendim
olduğunu biliyorum yalnızca. Herşey sanki ben doğmadan
önce proglammış gibi. Anlamakda güçlük çektiğim ve bir
türlü erişemediğim herşey önceden hazırlanmış. Benimle
birlikde ve benim haberim olmadan gelişip oluşmaları
imkansız. En azından farketmem gerekirdi.
Gün bazen benim için 2 saate sıkışır. Zaman
kavramındaki günün diğer anları ise önemsiz ve
istenmeyen kayıplardır. Hep o 2 saatin tekrarlanmasını
isterim sonra. Gülücükler, başarılar, anlamsızda olsa
sevgilerle doludur onlar. Bana bu körelmiş yerde insan
olduğumu hatırlatırlar. Bazı şeyleri menfaat uğruna
yapmadığımı, ruhun içlerinden gelen hislerde anlarım.
Birisinin her zaman yanında olmayı istemek, onu
herkesden ve herşeyden üstün tutmak ve sevgiden
başkada birşey beklemeden onu sevmek karanlığı bir an
olsun aydınlığa sokabilir. Ama anlatamamışlığın yada o
ruhu bir türlü dışa yansıtamamdan dolayı onu
sahiplenmek , bir şekilde kendini kabul ettirmek ve en
zoru olan sevdirmek, kalan zamanın kısalığında ve
korkunç ızdırapların getirdiği sabırsızlıkda önce
zorluk gibi görünürler sonrada zorunluluğa dönüşürler.
Yavaş yavaş uğruna ölümü bile göze aldığın hayat
amaçların gülünç duruma gelmeye başlarken bu amaç yani
gerçek sevgiye muhtaçlık ve onu aramak hayattaki en
önemli amacın haline gelir. Kaybetmenin ve hiçliğin
ezikliğini benden daha iyi hissedebilen biri
olamayacağından ve zaten bu amaç dışında ki herşeyde
gözümde sıfır değerinde olduğundan kaybetmek kabusa
dönüşüyor. Acıları inanılmaz bir şekilde arttırıyor.
Kişiliğimden kopmaya, olmayan bir karaktere bürünmeye
başlıyorum. O hep o benle karşılaşıyor. Önünde
bıraksalar korkudan tireyecek biri. Gözlerim hayattaki
en büyük amacıma bakarken ve ona sadece 20 cm.
uzaktayken rahat olamıyorsun. Belkide ulaşamadan
kaybetme korkusunu hissediyorum. Ama zaten ulaşamamam
yani kesin başarısızlık onu kaybetmem anlamına gelir.
Bakamıyorum gözlerine. Bir suçlu gibiyim. Pişman ve
çaresiz. Gücüm kendimin hiçbir parçasını
değiştiremeyecek. Onunla yaşamaya devam ettiğim sürece
duyduğun nefret dahada artacak. Bu nefret beyine
ulaştığında, düşünülenlerdende nefret edilmeye
başlanacak. Ağlamak hiç kimseye sesimi duyuramayacak
ama yinede ağlayacağım. Bu kez kaybetmek istemiyorum
tanrım. Çünkü bu kez gerçekten istiyorum. Bir
başarısızlığı, bir umutsuzluğa daha nasıl
katlanabilrimki. Hangi ben katlanacak bundan sonra?
Kaçıncı canımı istiyorlar? Sesleri ve izleri takip
ederek gelebildim buralara kadar. Ama onlar hep yanlış
yönleri gösterdi. Bundan sonra ben izler ve sesler
bırakmak istiyorum geleceğe. “Bunu ben yaptım….bu
kararı ben verdim” diyebilmek önemli olan. Sonucu ne
olursa olsun, sorumluluğun sende olduğunu bilmek,
nefes alıp vermenin bile senin seçimin olduğunu bilmek
yaşadığım bu korkunç bataklıkta neye yararki? Nefretim
ve sevgim dışında sadece kendimin yönlendirebildiği
birşey var mı?

Boş nedir? Bu kadar boşluk arasında, kaybetme
korkusuyla neden zaman harcıyorum? Gelecekte ne
olacağını bile bilemiyor sadece kestiriyorum. Onu
düşünürken kendimi buluyor ve “kim?” diyorum. O kimdi?

Üzülmemelisin…Çünkü hiçbir sonuca ulşamazsın.
Gözlerin hüznün etkisindeyken göremeyebilir. Hatta
sevinmelisin. Çünkü hala yaşadığın bir hayatın var. O
hayatın içindeki duygular hep üzüntü verici şeyler
olsalarda sen hep yaşadın. Acı bir yaşamdı ama
yaşadın. Birçokda ders aldın. Planların önemini
anladın. Ağlamanın anlamsızlığını, yalnızlığın
acısını. Kendini tanıdın belkide. Mükemmel olamadığını
gördün, ve olamayacağınıda. Acıları haketmediğini
düşünsende sende farkındaydın..;herşey hep senin
yüzünden olmuştu. Hiçkimse sorumlu değildi. Belkide
etrafta sadece sen vardın, ve bunun farkında değildin.

Üzülme artık. Sorunlarına saygıyla yaklaşmayı bil.
Hemen yıkılmak yerine mücadele et. Başını kolay kolay
eğme. Kim olduğunu göster. O olmadığını kanıtla.
Kendini tanıt. Kısaca birşeyler yap… Yerinde sayma.
Sormayacağım. Ve sorgulamayacağım. Ne olduysa, nasıl
olduğunu merak etmeyeceğim. Sadece tahmin edecek ve
bunun beni ne kadar zaman ve ne kadar yiyeceğini
öğrenmek isteyeceğim.Kaybettiğim zamanların
pişmanlığında, üzüntünün yine ellerim ve kollarım
hareketsiz kalmışken gelmesi beni çıldırtıyor. Hiçbir
şey yapamayacağım yine. Ağlayıp seyredecek
sonrada…yine üzüleceğim. Tanrım, küçücük bir umut
kırıntısı bile yok mu? Niye hep hapis edilen ben
oluyorum. Şanssızlık neden hep beni buluyor..? Benimle
ne probleminiz var?

Ona verebileceğim hayatımdı oysa. Her karesi ve her
nefes alıp verişim. Bunca zaman değerin ne olduğunu
bilmeden bir anda böyle bir değerle karşılaşmak
şaşkınlık yarattı üstümde. Ne yapacağımı bilemedim. Ve
ben farkında bile olamadan o elimden uçup gitti.
Anlayamadığım uzaklara doğru gitti. Ne arıyordu acaba?
Sevgiyi mi yoksa sevilmeyi mi? Anlamları buldu mu
peki? Doğru kararı? Gelecek bu kadar basit değil. Onun
geleceğeni karmaşıklaştırabilirdim. Elde etmek için en
sonuna kadar savaşabilir ve ona bu paçavra yaşamımda
tek değer verdiğim şeyin o olduğunu gösterebilirdim.
Belki o benim yaşamımı önemsemiyordu ve orada değerli
olmasına bir anlam veremiyordu. Oysa bir bilebilseydi
ne anlama geldiğini…onun için neler
yapabileceklerimi…Herşey anlatamamışlığın ve
anlaşılamamışlığın altında ezildi.

Gelecek nedir? Bu kelime neden bana hep korku veriyor?
Yaşadığımın farkında olmama neden olan üzüntüler
olmasa şu an bana ne ifade edebilir? Hiçbirşey. Artık
hiçbir şey beklemiyorum gelecek, geçmiş yada şu ana
dair. Herşeyin oluruna bırakılması gibi. Hangi yönde
gideceklerini kestirebiliyorum zamanlarımın, hepsi bu.
Ne karışabiliyor nede yönlendirebiliyorum. Yaşadığım
zorlukları yada hüzünleri başka zorluklar yada
hüzünlere geçerek, bir şekilde kaçmam yenilmişliği
gösterir. Ama bitmişliği değil. Kaybeden hep ben
olsamda onlarda kazanamıyorki. Kazanan neden
yaşadığının farkında mı? Oluşabilecek acılardan
boşvermişlikle kaçmak, hayata aslında hiçde önemli
olmayan bir kaç aptal amaç uğruna bağlanmak, ve yine
bu hiçlikler diyarında, herşeyin ve herşeyin içinin
boş olduğunun bilincinde emeğin tamamının buna
gideceğini bilmek, yada sadece
hissetmek,hissedebilmek, sonrasında artık geceleri
uyuyamamak, yavaş yavaş ağır bir baskı altına girmek
ve en sonunda onun altında ezilemek, kendini ve
düşüncelerini kaybetmek, umutla birlikte düşünme
yeteneğinide kaybetmek, delirmek, ve en sonunda bir
insan kategorisine girebilmek…Başarısız bir hayat
ölü bir hayat demektir. Sen hala yaşadığını sanırsın
ama yaptığın sadece kaçmaktır.

Sonsuza doğru uzun bir kaçış. Umuda doğru, özgürlüğe
ve gerçek ihtiyaçdan doğan sevgiye. Karşılıklı
sevgiye, aşka, mutluluğa…yada yeni hüzünlere. Ölü
benliğim nereye kadar kaçabilirki? O hiç kaçarken
yorulmaz mı? İstediği yere ulaşabilir mi?
Önemsenmediğini şimdi anlamak, istenmediğini önceden
anımsamak, birine karşılık bekleyerek değer vermek ve
onu istemek hayatın en büyük hatalarını verir sana.
Samimiyetsizlik ve konuşmamazlık birazda geçmişe karşı
duyulan küskünlükden ibaret olsalarda onu hiç
tanımamam ama yakından tanımak istemem onun beni
tanımaması karşısında hiçe dönüştüler. Fırsatım vardı
oysa. Kendimi tanıtabilirdim. Ama neye yararki diye
düşündüm? Yıllardır tanıdıklarıma sanki tanıtabildim
mi kendimi? Başarabildim mi?

Bir şeylerin değişmesini hem korkudan hemde yenilikden
uzak durmamdan istemedim belkide. Hataları herşeyin
kendiliğinden değişmesini beklerken yaptım birer
birer. Ve değişme hep kötü yönlerde oldu. Kötü
başlamamıştım. Ama kötü bitirdim hemde çok kötü.
Sessizliğe yenildim belkide, anlatamamışlığa ezilmem
gibi, anlamsızlığa, anlanamamaya yenilmişliğim gibi.
Sessizlikde içinden geçenler görülebilir diye
düşünürdüm hep. Yanılmışım. Ben biraz birşeyler
görebiliyordum ama onlar hiç göremedi. Sessizliği
başlatan hep ben olurdum. Bozanlarsa hep onlar. Geriye
kalan hüzünlerde hep benim olurdu. Onlar ise hep
kurtulurdu. Hüznün ne olduğunu bilmeden yaşar ve
ölürlerdi. Aslında onların yaşam paylarına düşen hüzün
ve üzüntüler benim üstüme yüklenmişlerdi. Ne olursa
olsun, yaşanan ne varsa, bir şekilde hüzünden farklı
olarak mutlu sona ulaşabiliyorlar, bense acıların
çokluğu ve sürekliliğinin afallığında ne yaptığını
bilmeden sona geldiğimin bile farkına varamıyorum.

Düşünceyüreği

Belki de Bundan Yalnızlığım

Vazgeçmeler ustası diye bir şiir var ya hani. Ben vazgeçememeler ustasıyım inandım.Kaç yıl olduğunu saymanın bir anlamı yok. Ben içimdeki zamanı biliyorum.O kadar uzun ki belki yüzyıllar sürdü.Sevdayı abartan kelimeler bütünlemek derdinde değilim inan.Bir anda öylece otururken bu bir yol belki de dedim kendime.Yazdığım şiirlerin kelime uyakları bunaltıyor beni artık.Ben seni hiç uyaklı sevmedim ki.Hiç kuralları olmadı aşkımın.Belki de o yüzden içimdeki sesi yazabilirsem sen beni duyarsın gibi geldi.Hiç kendim duyabileceğim bir sesle konuşamadım seninle.Hep korkularımın esaretindeyim yıllardır.Şimdi bu harfler kelimeye, kelimeler cümleye döndükçe sen karşımda daha çok var oluyorsun gibi geldi.Yüzümdeki ağlamaklı gülümsemeyi sevdim.İçimde o kadar çok ben var ki.Yoruyorlar beni.İnsan ne kadar çok şeyi aynı anda olmak zorunda kalıyor.Acaba diyorum kendime bunu bilmek mi yoruyor yüreğimi.Düşünmeyi öğrenince sonu yok demiştin ya,öyle oluyor galiba.Düşündükçe derbeder bir yüreği oluyor insanın.Belki de o yüzden mutluluk kavramı edinemiyoruz biz.Kardelenleri niye seviyorum biliyor musun?O kadar yalnızlar ki.Dağ başlarında bir başlarına.Her çiçek baharı beklerken ,onlar kar altında büyütüyor güzelliklerini.Belkide özel olduklarını öyle hissediyorlar.Sadece görmek isteyenler görüyor.Benim senin yüreğini gördüğüm gibi.Ve benimde yüreğimdeki benler o kadar saklıki herkesten sadece görmek isteyenler görüyor.
Yine aklım sende işte.İyi olmadığını hissediyorum. Bu beni çok
yoruyor.Biliyorum,hissediyorum ama yoksun,yokum.Çaresiz bir kabulleniş
içimi yakan.Ve bilmelisin ki bendeki senin hiçbir zaman sendeki ben
olmadığını biliyorum.Öyle bir beklentim de yok.Bendeki yük bana
yeterken sana da benim yükümü vermek istemem.Bu benim yüreğimin
seçimi seni çoğaltmak içimde yani.Ama şundan eminim ki dostumsun.Gel
,ölüyorum desem iki elin kanda olsa koşacaksın.Koşacaksın değil
mi?Sevda böyle bir şey işte.Eminim dediğin anda soru işaretleri
dolar içine.Yenemezsin kendini.Benim sana sevdam,sen olduğun için
mi,dost olduğun için mi,yalnız olduğum için mi,hatıraları
yenemediğim için mi,trenleri sensiz düşleyemediğim için mi,Her kitap seni
anımsattığı için mi,istediğimden mi yoksa istemediğimden mi
bilmiyorum.Cevap da aramıyorum.Kimseye haksızlık da ettiğimi
sanmıyorum.Bu benim işte.Ben gibi görünen benin içindeki sahip olduğu,va
zgeçmek istemediği benim.Senden vazgeçmek ,benden vazgeçmek
gibi.İşte o yüzden sen hep benimlesin.Attığım her adımda benimle
yürüyorsun.Gittiğim her yerde benimle görüyorsun.Ama biliyorum ki
bendeki senle güçleniyorsun.Ben güç kaybediyorum.Ihlamurlar
altında,kardelen buluyorum.Sadece bakıyorum.Ne elime alıyorum ne
kokluyorum.Sadece gözüm gibi bakıyorum.Seni hayallerde sakladığım gibi.
Senin yüreğinde nerdeyim bilmiyorum.Hala var olduğumu bilmek bile
güzel.İnanması zor belki ama hep mutlu ol istiyorum.Kalbin kırık
olduğunda,yüzünü asık hissettiğimde içim acıyor.Hep o gülümsemen
yüzünde asılı kalsın istiyorum.Ama olmuyor biliyorum.Sende
düşünmeyi öğrendiğinden beri mutluluğu kaybettin.Başkalarının
hayatlarını yüklenmekten sende kendi hayatını kayıp ettin.Belkide sende
benim gibi çıkmazlarının adını sevdiğine yükledin.Vazgeçemeyişinin nedeni bu belkide.Eşin ve sen…Eşim ve ben…Biz olmak,öncesi ve sonrası.İmzalanmış sevdalar.Tasdiklenmiş hayatlar.Seni sevmem eşime haksızlık mı diye çok düşündüm ben.Sen benim içimdeki benlerden birisin.Bu ona haksızlık olmamalı.Kulağa tuhaf mı geliyor bilmiyorum.Varlığının öncesini silemediğime göre şimdiyi yok edemem ki.
Artık ağlayamıyorum biliyormusun?Bu ne kadar sızlatıyor
içimi.Duygularımdan kaçmaya çalışırken gözyaşlarımdan oldum.Onlar en
açık göstergesiydi yaşadığımın ama artık yoklar.Belki biraz da
bu yüzden yalnızım.Ve artık şarkı da söylemek gelmiyor
içimden.İnsan niye şarkı söyler.Mutlu olduğu için mi?Paylaşmak istidiği
için mi?Sevdiği için mi?Dinleyen birileri olduğu için
mi?Birilerinin dinleyeceğini bildiği için mi?Bütün bunların hiç birimi yok
hayatımda ,benmi olmasına izin vermiyorum.Bilmiyorum.Arabaya binip
müziği sonuna kadar açıp kilometrelerce gidesim var.Ama
yapamam.Birçok şeyi yapmak isteyip yapamadığım gibi.Müziği açtıkça gaza
basmak isteyeceğim.Gaza bastıkça araba hızlanacak.Canımla bir korkum
yok.Ama kızım var,kocam var,annem ,babam… Ben onlar varoldukça
olmayı tercih ettikten beridir yokum anlayacağın.Yapamam.Ben
olmadığım sürecede şarkı söyleyemeyeceğim,ağlayamayacağım. Sende he
p benim içimdeki sessiz dost olmayı sürdüreceksin.Kendime
sakladığım tek şey sensin çünki.Senden vazgeçmek demek,kendimden
vazgeçmek demek olacak.Bunu da yapamam…
Belki birçok sevdiğine inanan insana tuhaf gelir benim sevdam. Kıskanmadan, beklenti duymadan,nefret etmeden, sadece iyi olduğunu bilmeyi
istemek,mutlu olduğunu,sevdiğin insanın senin sevdana layık olduğunu
bilmeyi istemek,kardeşini,anneni merak etmek…Bu da benim gizli sevdam
işte.
Öte yandan kendi görünen hayatımda ben bir başka benim.İyi bir
anne,eş,gelin,evlat,iş yerinde verimli bir eleman olmak için
uğraşan.Yaptıklarını hiç yeterli bulmayan,çoğu zaman işe yaramaz koca
bir vucuttan öte gidemediğini sanan bir ben.Herşeyin en iyisi için
düşünen,en ufak olumsuzlukla yıkılmaya hazır,yengeç kabuğumda
kendi dünyamı yaratan ben.Beklentilerim sevgiden öte değil
inan.Somutu istemesende hayatına katıyorsun zaten.Süreç bu şekilde
işliyor.Sende biliyorsunki yadsıyamadığın gerçekler istemesende
hayatının parçası haline geliyor.Öte yandan herkes mutlu olsun
istiyorum.Bunun için ben mutlu olmayı unutuyorum.Ama olsun bana yine sabah oluyor yine gün batıyor.Yeterki o başlayan gün sevdiklerimin gözüne hep
aydınlık doğsun.Geceleri huzurlu olsun.Düşünmemek için
okumuyorum belki.Düşünmeyi öğrenmiş ruhunu beslersen daha çok ızdırap
verecek.Korkularımı gömmek için duymadan,görmeden yaşamayı se
çmek çok mu aşağılayıcı.Bazen de evet dediğim an utancımdan
gözlerimi yere dikiyorum.Yalnızlığıma ortak bir dost ararken
kendimi Eskişehir’de evin balkonunda çay içerken buluyorum.Şahin belki
bir mırra yapıyor.İçinde şimdiye ait acıları biriktirmiş
habersiz.Zaman nasıl yok ediyor herşeyi.Adı içimizde saklı dostlar hep
kayboldu.Biz mi sahip çıkmayı bilmiyoruz,kendiliğinden mi yitiyor
herşey.Bazende düşünüyorum,ben mi çok önemsiyorum
herşeyi.Birçoğu silip yittimi hatıraları.Oysa benim gözüm gibi sakladığım
hatıraların insanları benim onlara etmediğim gibi bana ihanet
etmemeliler.Bilmiyorum ki.Belki de bundan yalnızlığım.
Biraz sonra kızım gelecek kreşinden.Ben özlemle koşup servisinden
alacağım.Öpüp koklayacağım.Tüm varoluş ona dönecek.Varolduğu
için binlerce kez şükredeceğim.İçimdeki öteki benlerden biri
başlayacak hayata ,bendeki ben gideceğim.Yaşamın tek anlamı oyken
içimde başka herşeyi sileceğim.Taki o uyuyup ben bana kalıncaya
kadar.
Hiçlik le çokluk arasında ne fark var? Bir an tüm dünya benim
gibi görünürken yüreğime, bir anda sanki kapı dışarı edilmiş ,
sahipsiz ve çaresiz kalabiliyorum ben.Her an sanki birileri
saldıracak,her an hiç anlam veremediğim insanoğlunun içindeki düşmanlar
ortaya çıkacak ve beni bulacak.Hepsinden daha kötüsü
konuşamayacağım.Konussam anlatamayacağım ve daha da kötüsü anlatsam
anlamayacaklar.Suskunluk ne kadar büyük bir azap.Ya da dinleyecek bir dostun
yokluğu.Dinlerken içimden akan sessiz şelalelerin sesini duyacak
birisi,akmayan gözyaşlarımı silecek,söyleyemediğim şarkılarımı
dinleyecek,uzatamasamda ellerimden tutup beni yüreklendirecek,ayağa
kalkmam için kendini bana siper edecek.Kim istemezki diyorsun belkide
şimdi.Pek çoğu ihtiyaç duyduğunu biliyormu emin değilim.Çoğu sahip
olduğunun ne olduğunu görüyormu,geçmiş zamanın hoyrat
kayboluşlarında sahip olduğumuz can yoldaşlarımız nerde şimdi peki.Yaln
ızlarmı,ağlıyorlarmı,mutlularmı,acaba akıllarında bir kere
isimsiz de olsa varlıklarımız beliriyormu? Bu beni üzmez diye
düşünüyorsun ama ben eminim içinde acıttığı bir yerler var.Sende benim
gibi sahip olmanın değerini kaybedişlerin içinde sessizce
seyrediyor ,kendine bile itiraf edemiyorsun.Gözlerinin içinde sakladığın
resimler bir akşam üstü ayışığına bakarken orda
canlanıyor.Kimseye ne gördüğünü anlatamadan bakakalıyorsun.Belki seninde
kulaklarında bütün evreni kaplayan bir senfoni çınlıyor.Belki işte o an
o ay ışığının aksinde sen ve ben oluyoruz.Kimse görmüyor.Sonra
sen yıllar öncesinden çıkıp ellerimi tutuyorsun,bu güç bizi
yenilmez yapıyor,tüm dünyaya meydan okuyan kocaman iki yürek
oluyoruz.Tek yürek olmak bize göre değil biliyorsun.Sen ve ben içimizdeki
turnaları özgürce uçarken seyretmeyi seviyoruz.Ne sen bana esaret
oluyorsun ne ben sana mecburiyet.Biliyorum ki biz sadece cesaret oluy
oruz birbirimize.Yaşamak için.Ötesi yok.Çılgın yağmurlar
altında yürümeyi düşlüyorum.Ayaklarımın değdiği yerlerde
balçıkların içindeyken engin denizlerde kulaç atıyorum.Islanmak,çamura
bulanmak hiç umrumda değil.Bağıra çağıra şarkılar
söylüyorum.Yanımda sessizce yürürken yüzündeki masum gülümsemeyle mutluluğum çoğalıyor. Biliyorum ki sende benim gibi ağırlaşan ayaklarına
inat hafiflemiş yüreğinin huzurunu taşıyorsun gittiğimiz
yerlere.Karanlık aydınlığa dönüyor gözlerimizde.Bilmediğimiz daha önce
hiç gitmediğimiz sokaklarda, arsalarda geziniyoruz.O sokaklar bize hep
gitmeyi istediğimiz uzak diyarlar oluyor.O diyarlarda sadece var
olmanın mutluluğunu yaşıyoruz.Sadece insan olmanın bedensel
ihtiyaçları zorluyor bizi.Yoksa ruhlarımız bizden bile sıyrılmış yaramaz
çocuklar gibi savruluyor ordan oraya.Baktığım yerlerde senle aynı
şeyi görmeyi o kadar özledimki.Belkide bundan yalnızlığım.Bi
r kızıl toprak mı olur,yüzyıllar öncesinin kalıntılarında
yaşanmış hayatların hayali mi,bir akşam gün batışında denizin
aksinde yakomozların sihri mi,gün doğarken açıp pencereleri
toprağın kokusunu ciğelerimin taa içine çekerken hafif bir esintiyle
kımıldayan yeni yetme bir fidanın ayakta kalma inadını seyretmek
mi,sonsuz gibi görünen beyazlıkların zirvesinde sana içimdekileri
haykırmayı düşlemek mi,radyoda çalan şu türküleri gözlerinin içine
bakıp ta nice ezilmiş insanların acısını yüreğimizde hissetmek
mi…Bilmiyorum.Özlerken seni ,içimde kopan fırtınaları nasıl
olupta dindirebildiğimi bilemeden, kendime yaklaşmanın sevincini
yaşıyorum ya,biliyorum ki ondan artıyor sana olan özlemlerim.Hep dediğim
gibi yokluğun varlığından çok yakarken içimi,varlığın hep
benden uzakta tuttu seni.
Ankarayı özlüyorum diyorum ya hep.Neyi özlediğimi
düşünüyorum,özlediğim boş sokaklar ,köşe başı simitçiler,bozuk kaldırım
taşları değil ki.Sokaklarda yürüdüğüm insanlar,simitleri
beraber alıp yediklerim,kaldırımlarda izini bıraktığımız
dostlar.Sevdiklerinden uzakta kalmanın acısı sadece biliyorsun.Ve şimdi öyle
tuhaf ki halim.Ne buraya aitim ne oraya.Herkes bana yabancı yada ben
herkese.Bu yabancılaşma duygusu öyle kötü ki.Oysa beni bilirsin
sevdiklerim ben olsun isterim, bende onların yüzü.Olamıyorum
ya,kendime olan yüküm artıyor.Belkide o yüzden zamanla daha çok kendime
kapanıyorum.Böylece bendeki benler çoğalmazsa yalnızlığım beni
yormaz sanıyorum.Ama olmuyor.Hep başka hayatların parçası
olmuş,başka yüzlerde yansıyan dostlar…Ve dost olamayacak kadar kendine
kapalı hayatlar.Belkide o yüzden hep uzak diyarların hayalini
kuruyorum.Tanıdık kalabalıklar içinde tek başınadalıktansa ,tanımadığ
ın kalabalıkların parçası olmak.Kolayamı kaçıyorum,kaçmaktan
yoruldumda ondan mı susuyorum.Bilmiyorum…Hani bizim sokağın
başındaki metro durağında ayrıldığımız gün.Şimdi düşününce
aynı anı yaşasam bütün o betonlar üstüme yıkılacak sanıyorum.Ama
o anın içindeyken de gözümde iki damla yaşla seni metroda
uğurlayıp merdivenlerden usulca çıkıp ağır adımlarla
yürüdüğümü,kendimi bugunki yalnızlığıma attığımdan habersiz yenik ve biraz
kızgın ordan uzaklaştığımı hatırlıyorum.Yıllardır hala ordan
geçtiğimde o merdivenlerin başında bekliyor olacaksın ,yada hep
ordaydın hiç uzaklaşmamışsın gibi gözümü dikip insanları
süzüyorum.Hiç olmadın şimdiye kadar orda belkide hiç
olmayacaksın.Yinede yıllarda geçse üstünden orda bıraktığım hayalini orda bulma
ümidimi kaybetmeyeceğim.Çünki sensizliğimin gerçeği sadece orda
saklı.Binlercesi o durakta kalabalıklar arasında gidip gelirken
belkide seni canlı tutuyorlar devinimleriyle.Belkide benim
sevdamı.Belki yenilmişliğin ,kaybedişimin belgeseli orda yaşananlar.Ve
nasılda yakışıyor bize o durağın duvarlarında satılan kitaplar.Belki
bir gün benim hikayemde soğuk taş duvarların üzerinde seni
bekleyecek ümidi eskitmiyor içimdeki acını.
Çevreme bakıyorum da kavuşanlar hiç sevdalı değil artık.
Televizyonlardaki aptal dediğimiz ama illa bir iksini seyrettiğimiz dizierde
de öyle. Hep özleyenler sevdalı. Kavuşunca sahip oldum duygusu
yeniyor herşeyi.Ne kötü değil mi.İstemek sadece sahip olmakla ilgli
bir şey.Sahip çıkmakla değil.Değer vermek ,değer görmekle.Sadece
hatırlamak hatırlanmakla ilgili değil.Hani bundan yıllar önce,bir
bayram sonrası eve döndüğümizde,o kadar yıkılmış ,o kadar
bıkkın ve küskündün ki hayata.Bana sarılmış hiç bırakmak istemeden
sadece ağlıyordun.Çünki sevdiğin insanlardan biri hayata yenik
düşmüş,kırılmış,hayalleri yitip gitmişti.Sende onun tüm
acılarını yüklenmiş bana gelmiş,bana sığınmıştın.Sende biliyordun
ki senin acılarının sorgusuz tek paylaşımcısı bendim.Bana o kadar
muhtaç hissediyrdun ki kendini ,sen tek başına dayanamaz bu yükü
taşıyamazmışsın gibi geliyordu sana.Günlerce sadece ağladın.Kucağımda yaşlı gözlerin ve çaresiz bakışların dudağında
hadi evlenelim sözcükleri…Seni bu denli severken bile sana evet
demedim.Sensiz bir an bile düşleyemezken bile senli geçecek bir hayata
niye hayr dedim hiç düşündünmü?Sadece bir liman olsam sana
sığınacak sen başka zaman ve başka bir yerde gerçekten seveceğin bir
yürek arayacaktın.Sana sığınmasına izin vereceğin,başını
dizlerine yatıracağın yaralı bir yürek belki.Oysa sen benim başımı
hiç dizlerine yatırmadın ki.Seni kendi sevgime mahkum etsem sende
bende mutsuz iki yürek olacaktık.Ben seni özgür bırakmayı seçtim
sende bir kuş gibi uçup gittin.Sen Beni bırakıp giderken cami avlusuna
bırakıp kaçacağın bir bebek sanıyordun.Oysa ben sensiz kalınca
senle yaşamayı öğrenecek kadar sen oldum.İkimiz beraber bir cami
avlusunda yalnız kalmış iki bebek olduk belkide.Ne sen bana gelebildin
ne ben sana.Yürüyemeyecek kadar küçük ,konuşamayacak kadar
dilsiz ,kelimeleri yitik iki bebek.Şimdi yıllardır biriktirdiğim
kelimelere boyun eğemeyen ben,sessiz çığlıklara
boğuluyorum.Duyuyormusun?Şahin demişti ki sen bir kelebeksin.Ama o omzunda konduğunu görmüyor. Şimdi öğrendimki yaralı bir kanatla kelebek hiçbir işe yaramıyor.
Ben denizleri çok severim bilirsin. Ruhumun aynası gibidir sonsuz
mavilikler. Hep bir kıyı kasabasında yaşasam diye geçirmişimdir
içimden. Balık kokmalı ,yosun kokmalı etraf.İnsanlar kendi
halinde,daha iyisi için değil o günü yaşamak için yaşamalı orda.Karın
tokluğuna derler ya öyle belkide.Bahçesi olmalı evimin.Ev iki katlı
ahşaptan olmalı.Yürüdükçe sesini duymalıyım
varolduğumun.Bahçede çiçeklerim olmalı rengarenk.Her gün sabah çiçeklerimi
sulamalı koklamalıyım.Önümde uçsuz bucaksız mavilikler bana hayatı
anımsatmalı.Orda hayata yenik düşmeli ,savaşlara son vermeli huzura
kulaç atmalıyım.Hani hatırlarmısın seninle bir deniz kıyısında
oturmuş akşamın gün batımında suskun ve yaşlı gözlerle
seyretmiştik mavilikleri.Ağlamaya ne bir sebep vardı ortada ne
dudaklarımızdan dökülen iki kelime.Ama gözyaşları için yetiyordu bakmamız
birbirimize.Ellerimizde kadehler yudum yudum içmiştik ayrı kaldı
ğımız zamanların sızısını ,ayaklarımızın altında çakıl
taşları.Tüm evren bize dönmüştü o dakka.Bizi çevreleyen
hiçbirşey yoktu.Keşke o sahilde o tahta sandalyelerde kalsaydı
ömrümüz.Gittiğin gece o sahilden uzaklaşıp,nerden bilirdim dönüşünde
getirmeyecek sendeki beni sana,bendeki seni bana.Keşkeleri sevmezsin
bilirim.Keşke demeyeceğim.Ama bu özlemek beni çok yoruyor.Hala o evin
balkonunda demli bir çaya hasret , seni bekliyorum.Bensiz kalmalar
yormadı seni belkide hiç.Belkide hiç ben anlamadım sendeki beni.Oysa
keşke saklasaydım içi acı dolu hasret kokan mektuplarındaki
beni.Keşke demeyeceğim ya keşke sen…keşke ben…
*Zaman içinde serüven gibi yazmak inan. Okulun son günü.
Bütünlemeden çıkmışım. Derdim ne okul ne sınav. Sadece otobüse yetişmek
için çırpınıyorum. Nasıl koştum, nasıl bindim o otobüse
hatırlamıyorum. Gün nasıl döndü aydınlıktan karanlığa. Yanımda
oturan kadına da seni anlattım mı acaba. İndiğimde otobüsten o hiç
bilmediğim şehirde, bilmediğim biryerde, bildiğim insanlarsada
karşımda duran görmek istediğim tek kişi sendin. Sabahı nasıl ettim.
Banliyö trenine nasıl bindik o kocaman kapıdan nasıl geçtik
bilmeden sana geldim ben.Etrafta birbirinin aynı binlercesi varken sen
nasıl iliştin gözüme hatırlamıyorum.Nasıl sarıldım sana,nasıl
kokladım.Seni ordan nasıl çıkardık biz.Nasıl geldin bizimle.Ve o bir
gün nasıl da biz olmuştuk yine.Özlemlerin elinden kurtulup biz
olmanın huzuru şimdi bile yüreğimde.Ve ertesi sabah seni yine bir tren
istasyonunda bırakıp o hiç bilmediğim şehirde hiç bilmediğ
im biryerde nasıl da yapayalnız kalmıştım ben.Belki şimdiki
yalnızlığımdan bile öte bir yalnızlıktı o.Sanki o gün hiç
ayrılmayacağımız bir hayatın başlangıcı gibiydi.Ama sonra sen
binlercesinin birbirine benzediği yerden yüzlercesinin olduğu yere
gittiğinde mesafeler uzayıp ta yine başkalarının acısı içine işleyince,kendini benden alıp onlara verdin.Belkide ordan ayrılacağı son gün kolu kopan arkadaşının elindeydi bana duyduğun sevdan.Devrilen bir kamyonetin içinde savrulan bendim belkide.Kaç geceler ağladım sabahlara kadar kendime mahkum. Kaç zaman kahrolmak ne demek anladım ben.
Gittin…
Turnalar gitti…
Kardelenler açmıyor…

Gelme diye ne kadar yalvardım kendime. Yol boyu saatlerce yürüyüp
belkide yıllar sonra ilk defa cesaret edip kendi sesimde seni duymaya
,gelme dedim.Aklıma gelme,yüreğime gelme.Gelme derken bile korktum
yalnızlığımdan.Omzumda bir el gibisin sen.Düşeceğim yerden beni
tutup sürükleyen.Dursa bütün zamanlar diyorum bazen.Akışı olmasa
yaşamın.Ötesinde ben ben gibi kalsam,sen sen gibi…Ve diğerleri hep
kendi başlarına olmanın huzurunu yaşasalar biran. Sınırlarını
kaldırsak kelimlerin. Söylenmesi yasak kelimler dilinden dökülse
herkesin. Tüm kızgınlıklar, nefretler, sevdalar bağırarak söylense
dillerden. Tüm azabı silinse içimizde biriktirdiklerimizin. Bir
volkan gibi patlasa yürekler ve ötesi olmasa zamanın. Kimse hesap
sormasa hissettikleri için birbirine. Belki o zaman benimle ötesi yok
zamanın birinde sadece elin elimde, gözlerinden aydınlanan dünyama bir
dost ,yoldaş olursun.Ve elin elimde zamanların hesabını sormaz k
imse bana.Ben haksızlık yapmış olmam kimseye gözlerinden
aydınlanan dünyamın adına.
Şimdi içimde kocaman bir boşluk var. Yoruldum bunca hatırayı
yaşamaktan. Sana yazmak seni yeniden yaşamak gibi her ana eklediğim.
Başka bir benin yerine geçip şimdi biraz dinlenmeliyim. Senli
zamanlarımın hakkını vermek için umudu yok bir bekleyişin, geleceğinden
korkarak geçen zamanın elinde ayakta kalmak için…
Yeni bir tükeniş başladı içimde yine.Bu bitip yeniden varetmeye
çalışmalar o kadar zorluyor ki beni.Daha dün sana yazarken o kadar
ben olmuştum ki.Şimdi ise içimde hiç tanımadığım biri hayatıma
yerleşmek üzere gibi geliyor bana.Korkuyorum.Bir an gelecek ve ben
birdaha kendim olamayacağım.Bu karamsarlık da beni korkutuyor.Umudumun
eksildiği yerde başlıyor kayboluşlarım zaten.Biliyorum umudu
yitirme diyorsun.Ama kolay değil.Sende yaşıyorsun.Akşam olacak hiç
istemediğim yerlerde hiç ben olamadan konuşacak,gülecek,beni biraz daha
yok edip yastığıma başımı dayayıp biraz daha ömrümü
eksilteceğim.Yaşamayı severken delicesine,bu kadar dışında kalıp eksilmek
zamanın elinde çok acı veriyor bana.Korku ve acı kelimesi beynimde
dönüp duruyor.Sanki bunları süslemek için yanına ,önüne
,arkasına kelimeler türetiyorum.Senin karamsarlıklarına kızardım ben
hep.Yüreğine söz dinletemeyişinin düşmanı olurdum.Sanardım k
i güneşi görmüyorsun,çocukların kahkahalarını
duymuyorsun.Şimdi anlıyorum ki tüm güzel şeyleri görüpte içine dahil olamamak
daha da alıyor o dipsiz girdabın içine insanı.İsmi konmuş
dertlerin ilaçları var ya hani.Ben bu halimide sonuna kadar hakkınca
yaşamak istiyorum biliyormusun.O ilaçlarla uyuşmuş beynim bana daha çok
düşman olur sanıyorum.Tek istediğim konuşmak…Belki
saatlerce,günlerce,aylarca…Benim bile bilmediğim kelimelerle…Ne anlattığımı
bile duymadan.Gerekli olan tek şey dinleyecek bir dost.Dostlar
kaybolalı beri ,içimde çoğalan benleri taşıyamıyorum.Belkide ondan
yalnızlığım.
Hüzünbaz sevdamın elindemi kahroldum, bu kaldırım taşlarına
düşman olduğum şehrin içinde mi , gidememek mi çıldırtıyor yoksa
kalmak zorundalıklarmı ,bu hiç birşeyden haz almayan ruh mu deli
ediyor beni …Aynada yansımalarımdan kaçalı çok oldu zaten.Basılı
kağıtlardan yüzümü saklayalı asırlar gibi.Yüzümün aksine
ruhum yansımayınca içim çok acıyor inan.Bu acıyı azaltmak için
çoğalıyor belki yalnızlığım.

Ebru Erdem

Bahar Gelme Üstüme

Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyaklarin en etkilisi, sevdanin suc ortagisin. Yapma bunu bana!… Bahar, yalvaririm cek git isine!.. Salma ustume ciceklerini, aklimi celme. Her sabah cimenlerin ciyden urpererek uyaniyor bahcemde; sonra gunesle oynasip tutsulenmis gibi bugulaniyor. Ne zaman sokaga ciksam badem agaclari salkim sacak cicek… Kavaklar kipir kipir, islik isliga meltem… Kirda dayanilmaz bir kekik kokusu, toprakta turlu cesit bortu bocek.. Yapma bunu bahar, Boyle ustume gelme. Zaten damarlarimda zor zaptediyorum kanimi. Coktan cemreler dusmus beynime, yuregime… Kalbimin buzlari erimis. Gogus kafesimde ne idugu belirsiz bir kipirtiyla geziyorum nicedir Krizdeyim ben… tembelligin sirasi degil, uyamam sana… Al git sercelerini sabahlarimdan; caglalarina, kokularina hakim ol. Meltemlerine soyle deli gibi islik calip sokaga cagirmasinlar beni Bulutlarin ususmesin basima, Girme kanima benim… Yoldan cikarma. Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyaklarin en etkilisi. Sevdanin suc ortagisin Kiyma bana!… Biliyorum cunku yine kandirip yesillendiriceksin aska; govdemi azdirip sonra birden cekip gideceksin. Tam kanim kaynamisken sana, toplayip allarini morlarini, beni bir kurakligin ortasinda terkedeceksin… o iple cektigim isigin, dayanilmaz olacak o zaman… Ne o delismen sabahlar kalacak, ne gunaha cagiran capkin eteklerin ucustugu gun batimlari.. Tembel kuslarin sakimaktan bitap, ebruli ciceklerin kokmaktan… Buselerin nemi kuruyacak col rugarlarinda… Yeserttigin cicekler yurekler solacak; damar damar catlayacak ruhumuz… Hayat, bir ezik otlar diyarina donusecek yeniden… yuregim viraneye… Her bahar sarhoslugu gibi, gececek bu sonuncusu da… Ebedi bahar, bir baska bahara kalacak. iyisi mi, hic azdirma ruhumu bahar. Is acma basima… Git isine!… Yoldan cikarma beni!…..

Düşünceyüreği

Ayşe Hanım Çitliğinden Bahar Güzellemesi

Annem’e

Sana kalbim diyemem… mantığı ötelersin de duygularda boğulursun diye… sana beynim de diyemem… duyguyu ötelersin de mantıkta boğulursun diye… sana ellerim… dillerim… gözlerim de diyemem… her bir uzvum diğerine muhtaç olduğundan bir yanın hep eksik kalır diye… ey benim fıtratında letafeti barındıran güzel annem…

Bütün uzuvlarımda dolaşan ancak kanımsın diyebilirim sana gülistanın gül-ü ra’nası annem… çünkü sen beynimin girdaplarında mantığı oluşturan sebebimsin… kanımsın… çünkü sen ellerimden… dillerimden… gözlerimden… hayata tutunduğum yegane sebebimsin… çünkü sen annemsin… en çok da kalbimde kalp olma… canımda can olma… canan olma sebebimsin…

Sana ben dünyanın bütün güzel güllerini… bütün pesendide renklerden derleyip… yedi iklim dört bucak diyarlardan topladığım için… ve toprağın o ıtır kokusuyla yaratılışıma bahane olduğun için sevdim seni annem…

Ömrümün ilki ya da elest yurdunun sürgünü olan ben… seninle gonca gül… seninle koklanmamış rayiha… seninle dokunulmamış beden… ve seninle sen olan ben… dokuz ay on gün boyunca bedeninde… ruhunda… ve bütün uzuvların iklimlerinden bıkmadan… usanmadan… mevsimlerden derlenerek Allah’ın emaneti olarak beni taşıdığın için… her zerrende ve her zerreyi benimle en özge canında paylaştığın için… sevdim seni annem… hele bir de elest yurdundan sürülmüşlüğüm… ya da ana rahmine düşmüşlüğüm ile özdeştiğin için sevdim seni annem…

Adn’dan Firdevs’e kadar bütün cennetler senin ayaklarının altında iken… doğumumda çektiğin onca ızdıraplardan günahların dökülmüşken… kutsallığını bütün güzel güllerden ve bütün güzel renklerden raksetmişken… sana derlediğim çiçekleri resmetmem… ve “masivanın en güzel sultanına” demem yeterli olur mu sence annem?…

Bütün yumuşak huylu seslerden geçerken en güzellerini seçip de her birinden birer sözcük yapıp… ve bu sözcükleri biriktirerek sana dünyanın en güzel tümcesini kurmak isterdim annem… lakin bunun dahi yeterli olmadığını… o tümceleri ayaklarına serpiştirip oradan cennet kapılarını aralamak isterdim seninle ey benim güzel annem…

Ey benim göçebe yurdumun gonca gülü… ey benim yaylalara saçılmış dırahşan bakışlı sultan soylu annem… ey benim özene bezene yetiştirip de yedi erkekli dört kızlı çiftlik sahibesi annem… ey benim sebzelerine… çiçeklerine… meyvelerine… çiftliğinin kuşuna kurduna kıyamayan annem…
O kutsal ellerini öpmeye gelsem beni kabul buyurur musun?…

Kutsalımsın desem… canımsın desem… özene bezene derlediğim en özge kelimelerimsin desem… desem demek ne kelime… kutsalımsın… canımsın… kelimelerimsin… her zerremde taşıdığım kanımsın annem…

Mehmet Kelebek

Ayrılıklar da Sevdaya Dair

Sevdiğin insanın bir başkasıyla mutlu olduğunu görmekten daha acı olan
şey; artık seninle mutlu olmadığını görmektir. Bir zamanlar sana ait
olan her şeyin yitimidir kalbinizin acı çekmesine sebep olan… Sıcacık
gülüş yok olur; sımsıkı kavrayan el yerini zoraki bir tutuşa bırakır… Her
iki göz de birbirine kilitlenmez artık… Yaşanılan her şey, yerini
iğreti bir yapmacıklığa devreder daha önceden asla var olmayan…Bazen tek
taraflı, bazense her iki tarafın da isteğiyle hiç bitmeyecek sandığımız
sevdalar doğru yada yanlış, zamanlı yada zamansız; ama bir sebepten son
bulur…
Birini sevdiğinde her istediğini verecek kadar cömert olmaya inanıyorum
ben. Hiçbir çıkar göz etmeden verilen değerdir insana asıl değeri
katan… Karşılığını beklemeden sevebilmektir; o seni sevdiği için değil… Onun
mutluluğu için kendi mutluluğunu hiçe sayabilmektir. Zira bencilliğin
bittiği yerde hayat bulur sevgi…
Duygular her zaman sözsel dile getirilemiyor. Bir bakış, bir dokunuş,
küçük bir incelik ayrıntılarda saklı kalan… Bir şeklide ruhunu
okşayabilmek karşındakinin… Daha önce varlığından bile haberdar olmadığın
duygularını ortaya çıkartabilmek… Başka bir sen olabilmek; mutluluklarının
yanında korkularını da yaşayabildiğin bir denizde kendini güvende
hissedebilmek…
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı yoğunlukta yaşarken sevdanı, o sevdanın
sende bıraktığı tadı kağıda dökmeyi becerebilmek ise oldukça zordur.
Bir türlü doğru kelimeler seçilemez; seçilenler de yeterli gelmez… Sizin
benliğinizi yükleyebildiğiniz bir şiir ise tüm duygularınızı;
acılarınızı, öfkenizi, tutkunuzu, özleminizi, çığlıklarınızı, coşkunuzu… en
konsantre sunabilen anlatım metodu olarak o anda imdadınıza yetişiverir.
Şiir okumak benim kalemim değil. Edebi bir eserden aldım hazzı nedense
alamadım bir türlü şiirden. Ama yine de öyle şiirler var ki… hele bir
de size aktaran kişinin seslendirmedeki tonlaması içinize işleyebilecek
nitelikteyse… Müşfik Kenter, Rutkay Aziz ve de Kenan Işık’ın ağzından
dinlediği bir şiire kim kayıtsız kalabilir ki? Yada Oktay Kaynarca…
Komik adam diye bildiğimiz Yılmaz Erdoğan… Şiir sadece şairin dizelerinde
değil; okuyanın dudaklarında ve ruhunun yaşattırdıklarında da renk
buluyor kanımca… Ne gariptir ki şairin anlatmak istediği ana temadan da öte;
her okuyanda uyandırdığı duygu, bıraktığı düşünce birbirinden farklı
oluyor. Bu da yaşanmışlık ve de hazır olunuşlulukla ilintili olarak
değişiyor herhalde…
Veda eden de edilen de olsanız, artık hayatınızda olmayan birini seven
herkesedir bu şiir;
Sen hiç duydun mu başka bir yüreği kendi göğsünde atar gibi…
Üzüldün mü, yanaklarından süzüldü mü hiç bir başkasının göz yaşları…
Yabancı hıçkırıklar gelip düğümlendi mi göğsünde…
Düşündün mü geceleri…
Senin olmayan rüyalar gördün mü…
Senin olmayan birini sevdin mi…
Gökyüzüne baktın mı, yıldızlar düştü mü, güneş doğdu mu her gecenin
sonunda…
Uyandın mı başka birinin sabahına…
Hiç sevdin mi sen,
Duydun mu başka bir yüreği kendi göğsünde atar gibi …
Gülümseyişini hissettin mi belli belirsiz kendi dudaklarındaymışçasına
yakın, sıcak…
Hiç sevdin mi senin olmayan birini?
Senin olmayan bir şehirde, bir gecede, bir bedende yaşadın mı hiç…
Sen hiç gerçekten sevdin mi senin olmayan birini…?

Sevmenin sadece almaktan ibaret olmadığını kavrayabileceğiniz
olgunlukta bir hayat dilerim. Ne demiş şair “Ayrılıklar da sevdaya dair”…

Başak Ergenekon

Ateş Düştüğü Yeri Yakar

Yazın aldığım ayakkabı ayağımı fena vurmuştu. Şaka değil gerçekten. En
son cildiyeciye gitmek zorunda kalmıştım. Ve bana antibiyotikli krem
vererek resmen yüzülmüş olan derimi yaklaşık 1,5 ay tedavi etmişti. Daha
yeni yeni iyileşmeye başladı ayağım, topallayıp durmaktan kurtuldum
sonunda.
Bu süreci geçirdiğim zaman zarfında yoldaki herkesin yürüyüşüne
bakıyordum. Hani ben aksayıp duruyorum ve yürürken canım acıyor ya… Algıda
seçicilik işte gözüm hep ayaklarda… Havalar soğudu ve o soğukta bile
terlik giymeyi düşündüm; hatta evden çıkmamayı bile göze almıştım. Zira
hiçbir şekilde ayağımı herhangi bir kalıp içine sokacak durumda değildim…
Şimdi sokakta garip gurup yürüyen birini görsem ya da yürüyüşünde
normalin ötesinde başka bir şey hissetsem bakış açım eskiye nazaran daha
farklı oluyor. “Belki ayakkabı vurmuştur” diyebiliyorum mesela…
İnsan yaşamadıkça, hissetmedikçe veya tecrübe etmedikçe başkalarının
yaşanmışlıklarını, hissettiklerini, onun duygularını ve düşüncelerini
anlamakta zorlanabiliyor. Karşıdaki insan için tamamen yabancı kavramlar
olduğu zaman yaşananlar, cendereye sokulan şahsın sıkıntısını,
bunalımını bir türlü anlayamıyor.

Herhangi bir yakınınızın sorununu dinliyorsunuz ve teselli etmeye
çalışıyorsunuz. Sizin için en mantıklı ve onun için en doğrusu olduğuna
inandığınız yaklaşımla yaklaşıyor; belki de akıl veriyorsunuz. Siz aynı
durumda olsanız nasıl davranacaksanız o şekilde davranmasını bekliyor ve
hatta kendinizi tutamayıp sinirleniveriyorsunuz bile. Olabildiğince
sorunuyla ilgileniyorsunuz onun için yeterli olabilmeyi umut ederek yalnız
bırakmamaya çalışıyorsunuz. Ama gerçekte o ne istiyor, nasıl bir
fırtına kopuyor içinde bihaber oluyorsunuz. Eğer onun yaşadığı sıkıntıları
zamanında siz de yaşadıysanız veyahut bir benzeri duygu yoğunluğu
geçirdiyseniz, karşınızdakinin aklından geçenleri ve içinde bulunduğu ruh
halini anlamanız biraz daha kolaylaşıyor. Ama hepsi bu… Onu sadece
anlıyorsunuz; ama hissettiklerini hissedemiyorsunuz. Acısı sadece onun kalbini
dağlıyor. Ateş, harının en yoğun halini düştüğü yerde
tüttürüyor gerçekten.

Hepimiz için bu böyledir. Derinden üzüldüğümüz olaylar olmuştur
hayatımızda. Pek çok yakınımız bize destek olmak ve acımızı paylaşmak için
yanımızda bulunmuş; sırtımızda bize güç veren el olmuştur eminim. Fakat
sadece onların varlığını bilmek rahatlatmıştır bizi. Yoksa söyledikleri,
anlattıkları veya tavsiyeleri değil. Ateş düştüğü yeri yakmıştır. Ve
canı acıyan biz olduğumuz için kimi zaman bağıra bağıra, kimi zamansa
sessizce gözyaşlarımızı akıtmışız, yatağa yattığımızda kendimizle baş başa
kalmışızdır. Gün içinde içimizden geçenler ve kalbimizden sökülenler
ise cabası. Sabah güneş doğmasın isteriz kimi zaman ya da kendimizi on
katlı bir binanın tepesinden kafa üstü yere çakılmış hissederiz. Hiçbir
şey eskisiyle aynı olmayacakmış gibi gelmiştir bize, belki de hala
eskisi gibi olamamıştır kim bilir…

Zamanında anlamakta zorlandığım kimi duyguları daha bir anlar oldum
maalesef. Kırılmışlıkları daha bir yürekten hisseder. Kimseyi kınamamayı
öğrendim. “Asla yapmam” ya da “Ben olsam asla böyle davranmam” dememeyi.
Asla, asla denmemesi gerektiğini ve ya duruma göre pek çok şeyin göze
alınabileceğini. Doğrunun, yaşadığın anda kalbinde hissettiğin şey
olduğunu ve bunu sadece insanın kendisinin bilebileceğini öğrendim. Ateşin
yalnızca düştüğü yeri yaktığını… Mücadele ederken bile kendi
kalabilmenin ne kadar özel olduğunu öğrendim. Ama en zor mücadelenin kendinle yaptığın mücadele olduğunu…

Kim ne derse desin eninde sonunda kendi doktorunuz kendiniz
oluyorsunuz. İyileşmek için, yaralarınızın kapanması için ve de hala kendiniz
kalabilmeniz için…

Başak Ergenekon