Gönlümdeki Gurbet

Gönlümdeki Gurbet

Dost ülkeler duman duman önümde
Dağların alnında gurbet yazılı.
Göv göcekler firez oldu gönlümde
Çamların dalında gurbet yazılı.

Ilgıt ılgıt yeller eser ovadan
Kuşlar tüm tedirgin kalkar yuvadan
Özümüz gövünür yanık havadan
Sazların telinde gurbet yazılı.

Gene yanar oldu bağrımın başı
Nasıl söner bu sevginin ateşi?
Oğuzlar soyunun savaş yoldaşı
Atların nalında gurbet yazılı.

Bir canım olsa da yurt için versem
Ufka nakış nakış kanımı sersem
Kalk gardaş sılaya gidelim desem
ÖTÜKEN yolunda gurbet yazılı.

Vur Emri(sh.122)

Abdurrahim Karakoç

Gurbet Kuşları

Gurbet Kuşları

Yüreğim dağınık aklım karışık
Selam getirin gurbet kuşları
Gönlüm geçmişimle hep barışık
Benide avutun gurbet kuşları

Anar gönlüm yanar içim
Su verin bana gurbet kuşları
Ne dışım kaldı nede içim
Yanın benim için gurbet kuşları

Komşuları şimdi arar oldum
Özlemişim o günleri gurbet kuşları
Geride bıraktığım dostlukları
Sorar olmuşum gurbet kuşları

Ayranı ile saç ekmeği
Alıp yiyin gurbet kuşları
İçimde yanan özlem çiçeği
Alıp koklayın gurbet kuşları

Öyle özledimki gözümde tütüyor
Hasretimi alıp götürün gurbet kuşları
Hatırladıkça içim yanıyor
Ağlayın benim için gurbet kuşları

Oturup düşünürüm hüzünlü ağlarım
Göz yaşı dökün benim için gurbet kuşları
Açarım ellerimi duaya başlarım
Duamla alıp götürün gurbet kuşları

Mehmet Sait Akkuş

Gurbet Gurbet

Gurbet Gurbet

Göçmen kuşlar gibi göç gater, gater
Gurbet gurbet gider Yolumuz bizim…
Her mevsim de başka renk, başka amber
Gurbet gurbet tüter gülümüz bizim….

Sılayı gönülde gizem yapmışız
Gurbet, gurbet sızar Yaşımız bizim…
Hasret hırkasını melanet takmışız
Gurbet gurbet kaynar aşımız bizim…

Gözlerim ufukta şafağı bekler
Gurbet, gurbet uzar gecemiz bizim…
Nazlı yar sıla da yolumu gözler
Gurbet gurbet yazar hecemiz bizim…

Dört yaşında geldi yaş kırka vardı
Gurbet gurbet ağrır başımız bizim…
Baba oldu, dede oldu kırardı
Gurbet gurbet gezer salımız bizim…

Dost Çağlari’m çağlar hasret nehrinde
Gurbet, gurbet yanar içimiz bizim…
Anamı, sılamı görürüm düşde
Gurbet gurbet rüya düşümüz bizim…..

Aşık Çağlari

Gurbet Diyor

Gurbet Diyor

Türkülerde feryat eden
Sözler gurbet gurbet diyor
Uzaklara dalıp giden
Gözler gurbet gurbet diyor

Hasretin yürek yaktığı
Yaşın sel gibi aktığı
Gidenlerin bıraktığı
İzler gurbet gurbet diyor

Viran olmuş illerinde
Gariplerin dillerinde
Aşıkların ellerinde
Sazlar gurbet gurbet diyor

Sevdiğine varamamış
Doya doya saramamış
Yuvasını kuramamış
Kızlar gurbet gurbet diyor

Nice insanları yutmuş
Umutları yosun tutmuş
Artık gülmeyi unutmuş
Yüzler gurbet gurbet diyor

İbrahim Yavuz

Gurbet demişler

Gurbet demişler

Vatandan ayrılıp ele göçmeyi
Vatanın var iken vatan seçmeyi
Anneden babadan yârden geçmeyi
Ölüm diyecekken gurbet demişler

Bütün sevdiklerin ardında kalır
Hasretin baskısı sırtında kalır
Aklın fikrin ruhun yurdunda kalır
Bunların hepsine gurbet demişler

Başka bir ülkenin dili başkadır
Vilayeti başka ili başkadır
Hazanı başkadır yeli başkadır
Çekilmiyor anam gurbet demişler

Anlaşma zor olur işaret ile
Eş anlamdır gurbet esaret ile
Burayı terkedip, cesaret ile
Gelinmiyor anam gurbet demişler

Mikdat’ım gurbeti eyledim mekan
Bırakıp gelirdim bulsaydım imkan
Ne bir sanatkarım ne de bezirgan
Ömrümüz yok olmuş gurbet demişler

Mikdat Bal

Gurbet demişler

Vatandan ayrılıp ele göçmeyi
Vatanın var iken vatan seçmeyi
Anneden babadan yârden geçmeyi
Ölüm diyecekken gurbet demiºler

Bütün sevdiklerin ardında kalır
Hasretin baskısı sırtında kalır
Aklın fikrin ruhun yurdunda kalır
Bunların hepsine gurbet demiºler

Baºka bir ülkenin dili baºkadır
Vilayeti baºka ili baºkadır
Hazanı baºkadır yeli baºkadır
Çekilmiyor anam gurbet demiºler

Anlaºma zor olur iºaret ile
Eº anlamdır gurbet esaret ile
Burayı terkedip, cesaret ile
Gelinmiyor anam gurbet demiºler

Mikdat’ım gurbeti eyledim mekan
Bırakıp gelirdim bulsaydım imkan
Ne bir sanatkarım ne de bezirgan
Ömrümüz yok olmuº gurbet demiºler

Mikdat Bal

Ölüm Üstüne

Madem ki ölümün önüne geçilemez, ne zaman gelirse gelsin. Sokrates’e; “Otuz zalimler seni ölüme mahkum ettiler,” denildiği zaman: “Tabiat da onları!” demiş.

Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık!

Nasıl doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu olduysa, ölümümüz de her şeyin ölümü olacaktır. Öyle ise, yüz sene daha yaşamayacağız diye ağlamak, yüz sene evvel yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir. Ölüm başka bir hayatın kaynağıdır. Bu hayata gelirken de ağladık, eziyet çektik, bu hayata da eski şeklimizden soyunarak girdik.

Başımıza bir defa gelen şey, büyük bir dert sayılmaz. Bir anda olup biten bir şey için bu kadar zaman korku çekmek akıl karı mıdır? Ölüm, uzun ömürle kısa ömür arasındaki farkı kaldırır, çünkü yaşamıyanlar için zamanın uzunu kısası yoktur. Aristo, Hypanis ırmağının suları üstünde bir tek gün yaşıyan küçük hayvanlar bulunduğunu söyler. Bu hayvanlardan, sabahın saat sekizinde ölen genç, akşamın saat beşinde ölen ihtiyar sayılır. Bu kadarcık bir ömrün bahtlısını, bahtsızını hesaplamak hangimizi gülünç etmez? Ama edebiyetin yanında, dağların, şehirlerin, yıldızların, ağaçların, hatta bazı hayvanların ömrü yanında bizim hayatımızın uzunu, kısası da o kadar gülünçtür.

Tabiat bunu böyle istiyor. Bize diyor ki: “Bu dünyaya nasıl geldiyseniz, öylece çıkıp gidin. Ölümden hayata geçerken duymadığımız kaygıyı ve korkuyu, hayattan ölüme geçerken de duymayın. Ölümünüz varlık düzeninin, dünya hayatının, şartlarının biridir. (İnsanlar birbirini yaşatarak yaşarlar ve hayat meşalesini, koşucular gibi, birbirlerine devrederler – Lucretius).

Yaşadığınız her an, hayattan eksilmiş, harcanmış bir andır. Ömrünüzün her günkü işi, ölüm binasını kurmaktır. Hayatın içinde iken ölümün de içindesiniz, çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsunuz. Yahut şöyle diyelim isterseniz; hayattan sonra ölümdesiniz, ama hayatta iken ölmektesiniz. Ölümün, ölmekte olana ettiği ise, ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin, daha can yakıcıdır.

Hayattan edeceğiniz kârı ettiyseniz, doya doya yaşadıysanız, güle güle gidin.

“Niçin hayat sofrasından, karnı doymuş bir davetli gibi kalkıp gidemiyorsun? Niçin günlerine, yine sefalet içinde yaşanacak, yine boşuna geçip gidecek daha başka günler katmak istiyorsun? Lucretius.”

Hayat kendiliğinden ne iyi ne fenadır, ona iyiliği ve fenalığı katan sizsiniz.

Bir gün yaşadıysanız her şeyi görmüş sayılırsınız. Bir gün bütün günlerin eşidir. Başka bir gündüz, başka bir gece yoktur. Atalarınızın gördüğü, torunlarınızın göreceği hep bu güneş, bu ay, bu yıldızlar, bu düzendir.

Montaigne

GURBET AKŞAMLARI

GURBET AKŞAMLARI
Gurbet akşamları okunur ezanlar,
Gece karardıkça açar yaralar,
Bazen olur giyinirsin karalar,
İşte o zaman ağlatır GURBET AKŞAMLARI…

Yatarsın yatağına uyku gelmez,
Anılar aklından hiç mi hiç gitmez
Sevdiklerin sana “Merhaba” demez
İŞte o zaman ağlatır GURBET AKŞAMLARI…

Günlerdir bekledim gelmedi bir selam
Selamı bıraktık ne de bir kelam
Böyle yazmıştır belki Kadir Mevlam
Sabretmek gerek üzülmeli değil

Gurbet akşamları yanar ışıklar
Duramaz yerinde bağrı yanıklar
Yüz tutmuştur atmaya çığlıklar
Derken arkasından acı feryatlar…

“YURTLU” der gurbet el de geçti günüm
Kara matemlerle yoğruldu dünüm,
Bugünümü dersen zaten küskünüm
Yarın akşam yine mi GURBET?

Gurbet Akşamları

Gurbet Akşamları

Hiç istemem yine gelir,
Çatar gurbet akşamları
Yüreğime hançer olur,
Batar gurbet akşamları.

Öldürecek beni dertler,
Bende geçti bini dertler,
Dertlerime yeni dertler
Katar gurbet akşamları.

Bilmiyorum dertten gamdan,
Zevk mi alır intikamdan?
Kanlım gibi şu yakamdan,
Tutar gurbet akşamları

Şimdi akşam bak şu anda,
Zindandayım ben zindanda,
Zindan ne ki zindandan da
Beter gurbet akşamları

Acılara beler beni,
Kesip doğrar diler beni,
Parça parça böler beni,
Yutar gurbet akşamları.

Memleketim ilim obam,
Kavim, gardaş, dost, akrabam,
Gözlerimde anam, babam,
Tüter gurbet akşamları.

Kadir Mevla’m yardım etsin
Ozan Arif yurda gitsin
Bitsin artık bitsin bitsin…
Yeter gurbet akşamları.

Ozan Arif

gurbet

gurbet

Uzun, uzun yollar gözüktü yine
Yollar yine gidiyor gurbete

Bu yolda aşk, servet, şan, şöhret var
Bu yolda memleket aşkı var
Bu yolda baba ocağı, derdi var
Bu yolda ana kucağı özlemi var
Unutma bre insanoğlu

(Serdar Sayıl-1979)