Güle selam Sana Kelam

Semanın ufkunu saran karabulutlar dağılmış, baharın rikkatini
yeryüzüne yayan ışıltısı sarmıştı. Güneşin enginliğini gözlerimize
yapıştırarak, güllerin rengini ve kokusunu sinemizde yatıştırarak öteler
ötesinin ufuk perdesi aralanmıştı. Güneşin sıcak yüzü tenleri yıkamaya
başlamış, güllerin zarif yelleri açılmaya başlamıştı.
Akşamın mehtabında sahillerin sürükleyişi hicranımı taşlamıştı.
Zihnimin ince bezini yırtarak, fikrimin kalın tezini kırarak…
Güllerin kanlarını yüreğimde kaçışımla ısırıyordum, günlerin tanlarını
sözlerimde bakışımla ısıtıyordum. Kendimi kaybettiğim, hicranla ezildiğim
yaralı ruhum. Belli belirsiz sahillin dilinde yutularak yürüyorum,
karanlığın gizlediği ufuklara doğru yalnızlığa kapanıyordum… Gökyüzünün
süslü perdesi yıldızlar başımda taç. Bedenimi ürperten ılık ilk baharın
esen uğultusu kafamın odasında dinmişti. Ruhumu saran, kafamın odasını
soran sesin yankısı ise bende sinmişti. Bir yandan bakan güller, bin
andan akan düşler.

Güllerin rengi, günlerin derdi: Birinde gözlere kan akar,
diğerinde izlere yan bakar. Varlık istikametinin var oluşu, karlık
istirahatının yar oluşu yakalandığı an, ruhun sevincine şan takar: Gül ve
günler… Güller izzet, günler ismet. Düşler ise; yüreklerin çizik izi,
kafaların kırık dizi, günlerin yanık sisi.
Zihnimin günlüğü artan adımlarımla tutuşmaya başlamıştı.
Fikrimin külüne, izanımın gülüne yazdığım yırtık sayfalar. Benliğimi
soldurduğu, irademi doldurduğu ve yüreğimi yaslarla yoğurduğu denizin
kucağında! hüzünlere gark olan gözlerime dalgalar çarpıyordu. Duygularıma
vurulan balyozların hıçkırığıyla, düşüncelerime kurulan heyelanların
kırıklığıyla yaslar ve yaşlar artıyordu. Aklım durmuş, ruhum donmuş, kalbim
dalmış…
Düşler..! boş bir avuntu, loş bir anı esintisi olarak beyhude
ömürun tozu olarak dağılıp gider. Düşler sonunda kalan ise yalnızca
kafalara biriken hecelerin hamal yüküdür. Yükler idraklerin derinliğine
sızarak; hayatın değişimini kavranmasını zayıflatıyor, sağlam kişilik
edinmesini hayıflatıyor, toplumun zengin birikiminde kaliteli kimlik
edindiremiyor. Atıl ve sıradan hayatla, bereketsiz ve verimsiz zamanla,
esefsiz ve esersiz özürlülükle ömür geçiriliyor. Anlık anlar dönüyor,
geleceğin bilinmez karanlığına üfleniyor. Ruhları ve kalpleri karartan
vasıtasız ve gayesiz düşler. Bunun sonucunda yüzler kırışmış, dişler
kırılmış, düşler hayatının çarkında sıkışmış olarak yaşamın soluğu söner.

Düşler… gerçekçilikle birleşirse, gayelerin adımı akıl nimeti
ile şekillenirse; hayatın anlamı, varlığın sırrı boşluk yerine hoşluk
meydana getirir. Mana yarışının dinamizmine koşarak insanlık özelliği
yakalanır. Geleceğin aydınlığında akılcı adımlarla, akıcı yaklaşımlarla
merdivenleri çıkarak ihsanların kapısı aralanır.

Güller; bize estetiğin ve güzelliğin resmini fısıldar, sevginin
zarif tebessümünü yaslar. Kırmızılıklar gözlerin yaşlarını isletir,
kırıklıklarla kan olarak yüzleri ıslatır. Güller sevdalara tılsımdır,
yüreklerin yangınlarına biriken ayrılıkların yakarışıdır. Gayesiz düşlerden
uzak, gayelerin derinliğine vakıf olarak, akıl izzetine akif kalarak
güller varlığımda bana paye.

Düşüncelerime yığılan, duygularıma çarpan kelimelerin önüne
geçemeyerek; gözlerimin boğulandığı, ruhumun boğulduğu, kalbimin
kasıldığı, dimağıma kadar biriken selin yığılışıyla ve fıtratımın fırtınalı
coşkusuyla Istanbul Boğazının enginliğine haykırıyorum:
Selam; yaşamın donanım işaretini sunan izler, varlığın gelişim
iradesini açan güller. Adresi benliğimize ulaşan, zihinlerin duvarında
buluşan, satırlara kazınan, hatıralara yazılan: Günler…

Akşamın soğuk deminde, sahillerin millerce uzunlukta ki dilinde
ağır ağır süzülüyordum. Kulaklarımda dalgaların sahile vuran tokadı,
üzerimde martıların acı çığlığı, önümde karanlığın alnı, özümde hecelerin
yağmurları takip eder. Her yanım kuşatılmış, her anım başıma gömülmüş.
Rüyaların bulanık tablosu şiirle tüten duygularımın sandığından
çıkarılarak, fikrimde seyir. Seyir ki hüzün bakış. Yüreğime ok atışı gibi;
bedenimi eğen, ruhumu ezen çatlamış tablo.
Zamanların akıntısında çağlarla sarılan, ruhların ufuk
aşıntısında aralanan, anlık anların harabelerinden süzülen… Destansı sevdaların
düşleri varılan, hicranlı ayrılıklarla yazılan; Üsküdar’ın dudağına
yapışmış konağı, acı aşkların yanağı olan: Kız Kulesi karşımda durur.
Tarihlerin kuyusunda çalkalanan sancıların yakıcı sırdaşı… Kim bilir
hangi sevdanın ayrılıklarına tanık oldu, kim bilir hangi zahmetlerin
kamcısı davasına vurdu. Nice hadiselerin tanığı, nice kasidelerin sanığı
olarak yorgun duvarları fısıldar. Anıların mühründe öğütlenen, asırların
dişinde öğütülen: Kız Kulesi

İstanbul’un kalın ense kökünde, başıma yığılan ağırlığın
közünde yürüyorum; karanlığın gizlediği ufuklara doğru. Uzaklıklar gözlerime
koz, yıkıntılar gönlüme toz, hüzün taşkınlıkları artan doz… Sanki
yılların çilesi ıslatmıştı. Boynuma ateş dolanmıştı. Günler; gözlerimde
okunan hicranla yıkanmış, güllerin kanlarıyla dokunan isyanıyla
sararmış, düşlere sokulan ıssızlıkla sıvanmıştı.

Düşüncelerime yansıyan, güllere ayna. Şu satırların yazılmasına
sebep kaynak. Düşlerimde bilenen, duygularımda şekillenen güllerin
kanlarını yüreğime akıtan, yosunlu kuyuların acılığını yaşatan. Rüyalarımın
penceresinden akan, kafa kağıdına yazdığım eserimden bakan. Şiirlerimin
ilham yazısı seslenir, gül esintisini her andan nefesi kalbimin izinde
savrulan, gün esaretinin her andan ruhumun gizinde kavrulan:

İlk baharla açan güllere selam. Esaretiyle yüreğimi sürgünlere
atan sana kelam…
Kalıpta donan ruhum erimiş, satırda duran özlem kalbime
inmişti. Güllerin aynasında ki kanlar dökülerek, kirpiklerimi ağrıtan anılar
film şeridi gibi canlanmaya başlamıştı.
Gül kokulu, şen dokulu; kafamın odasını altüst eden, fikrimin
adasını işgal eden…
Anlık tozların düşlerinde solukla yürüyen. Damarlarımın ininde
uğultulu seslerle gezinen. Ismin canıma mimlenmiş, cismin kanıma
damgalanmış. Benliğimi ansızın sisleyerek yürüyen sen…
Sen izanımın bünyesinde, zamanlarımın bütünlünde gölgesin.
Gölgenle izin izimi bulan varlık. Zihnimi ve fikrimi kemirip duran
darlık…
Sana sürgünüm: Sevdanın işaretinde atılan oklarla bilinmezin
balçıklarına iten, karanlığın kubbesinde biten sürgün yüreğim
Selamların haykırışı sesini bulsun. Satırlarım senin gözünü
öpsün. Kelamlarım; kırgınlığını dindirerek, kızgınlığını sindirerek
tutsun…

Özkan Karaca

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir