Şafakların sökerken, pembemsi beyazında;
Gül simana tan düştü, haberin var mı Gül’üm?
Beklenmedik bir zaman… Şubat’ın ayazında:
İçime volkan düştü, haberin var mı Gül’üm?
Bin bir çiçekten güzel, gülüşünle aktığın,
Kalbime gizli umut ışığını yaktığın,
Dünya’nın durduğu an, gözlerime baktığın:
İşte tam o an düştü! Haberin var mı Gül’üm?
Gelişi ani olan…Bitmez olan bir çile.
Hüzünlü şarkı oldun, hemen yerleştin dile.
Hasret dolu geceler… Elimdeki mendile.
Gözyaşımdan kan düştü… Haberin var mı Gül’üm?
İlkbahar’ın rüzgârı saçlarını tararken,
Senin bedenin diye hayalini sararken,
Hasretin girdabında, Gül’üm seni ararken:
Dört bir yana şan düştü. Haberin var mı Gül’üm?
Sensiz geçen ömürden dolmayan şu çilemden
Hasret bulutu kaplı dağılmayan elemden
Yazmaktan yorgun düşmüş umutsuz bir kalemden
Sayfaya destan düştü… Haberin var mı Gül’üm?
Kapısı örtük evin, tütmeyen bir ocağı…
Karanlık bir tünelin, hani ucu bucağı?
Bahtıma bakar mısın? Bir hasretin kucağı:
Ömrümce vatan düştü… Haberin var mı Gül’üm?
Kervan geçmez kuş konmaz, ıssız yola sapılı,
Duvarları kasvetli, taş ve toprak yapılı,
Kimsesizlerin yurdu, bana iki kapılı;
Vîrane bir han düştü. Haberin var mı Gül’üm?
Özlemin yangınından, kor düşerken canına,
Hasret fermanı almış, gelemiyor yanına.
Senin haberin yok ki, kimsesizler hanına;
Yasını tutan düştü. Haberin var mı Gül’üm?
Batan her Güneş ile, kırılırken umutlar,
Kaderin ful kadehi, bilmem ki neyi kutlar?
Güneşin son nurundan, tutuşurken bulutlar;
Üstüne siman düştü. Haberin var mı Gül’üm?
Sana gelirken gece, Ay on dördü dolun’da,
Kendisi anlamadan, ya sağı ya solunda,
Bin tuzakla örülmüş, bu sevdanın yolunda;
Toprağa bir can düştü! Haberin var mı Gül’üm? …
İrfan Yılmaz – TEKİRDAĞ.