Kırık Kalpli Su Tanem Benim

Kim incitti kadife yüreğini,
Kim kıydı o güzel gözlerine,
Hiç mi değerini bilemedi sevginin?
Sen ki bir su tanesi kadar,
Narin, ince ve şeffafsın.
Kimi zaman gökkuşağı gözlerin,
Kimi zaman bulut dolu.
Kırık kalpli su tanem benim
Sana kıyan acımasız yürekler,
Görememişler eşsiz gözlerini,
Hissedememişler bambaşka benliğini.
Kırık kalpli su tanem benim
Sen ki bir su tanesi kadar,
Narin, ince ve şeffafsın.
Değerini bilemeyen acımasız yürekler,
Sensizliği hiç bir zaman göğüsleyemeyecekler…

Derya ÇİFTÇİLER

Akşam Musikisi

Kandilli’de eski bahçelerde,
Akşam kapanınca perde perde,
Bir hatıra zevki var kederde.

Artık ne gelen, ne beklenen var;
Tenha yolun ortasında rüzgar
Teşrin yapraklarıyla oyna.

Gittikçe derinleşir saatler,
Rikkatle, yavaş yavaş ve yer yer
Sessizlik daima ilerler.

Ürperme verir hayale sık sık,
Her bir kapıdan giren karanlık,
Çok belli ayak sesinden artık.

Gözlerden uzaklaşınca dünya
Bin bir geceden birinde guya
Başlar rü’ya içinde rü’ya.

Yahya Kemal Beyatlı

Aysel Git Başımdan

Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Aysel git başımdan istemiyorum
Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın
Hiçbir dakikamı yaşayamazsın

Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Benim için kirletme aydınlığını
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim
Ya ölmek ustalığını kazanırsın
Ya korku biriktirmek yetişini
Acılarım iyice bol gelir sana
Sevincim bir türlü tutmaz sevincini

Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ümitsizliğimi olsun anlasana
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Sevindiğim anda sen üzülürsün
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
İçinden bir gemi kalkıp gitmemiş
Uzak yalnızlık limanlarına
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş
Sakin başka bir şey getirme aklına

Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Aysel git başımdan seni seviyorum…

Atilla İLHAN

Aşk Anlatılmaz Yaşanır

seni tanımasaydım
tüm türkiye tanıyacaktı beni
sana aşık olmasam
kim tutacaktıki beni
en güzelini çekecektim filmlerin
aşkı anlatacaktım herkese
oysa şu halime bak
en sancılısını yaşıyorum aşkın,
zamanın yorgun düşüp durduğu yerde.
şimdi deli diyorlar bana
arkamı dönünce, sırtıma
fırlatılan gülüşlerden anlıyorum
sonuncu olduğumu hayat denen yarışta
ben son kulvardada geçerdim hepsini
ama…
aşk anlatılmazmış meğer filmlerde.

aşkı bir kızın elinden tutmak
bir kuytu köşede öpmek
en güzel çiçekleri derip
onun yumuşaçık ellerine vermek
mektuplar yazıp kokulu kalemle
zarfın üstüne kalpler çizmek
saatlerce gözünün içine bakmak
sanırdım eskiden…
şimdiyse yaşıyorum ben aşkı
tüm damarlarımı yakıp geçiyor
aldığım her nefes oluyor
ritmine uyuyor kalbim her atışta
bakışlarımda bir derinlik var şimdi
herşeyde seni görüyorum
ellerim titriyor adını yazarken
dilimde dolanıyor şimdi
adının geçtiği her cümle
uykular çoktan bıraktı gitti beni
gecelerse şimdi zindan
ben böyle bilmezdim aşkı
bu kadar acıtacağını bilsem
oynamazdım ben bu oyunu
söker atarım şimdi bu kalbi
ağlıyorum işte
akıp git ne olur gözyaşlarımla
rüzgar alıp gitsin seni uzaklara.

hayat kısa derler, inanma
ben aşık olalı yüzyıllar oldu
yolun yarısındasın daha dediler
yalan dostum, yalan
ben çok gittim geldim bu yolları
bir son adımı atmaya korktum
yoksa bu kalbi söküp atacaktım
döndüm yine başa
yürüyorum işte.. yürüyorum..
yürüyorum yürünmesi gereken yerlere
hani uzaklarda varolduğu söylenen
kimsenin gitmeyi göze alamadığı yerlere
gidilmesi zor yolların vardığı yerlere
masallarda anlatılan kaf dağından öteye
simurgun ülkesine, kaybettiğim umutlarıma
yürüyorum işte bilinmeze.

gözlerinin içine değil
baktığın yerlere bakıyorum
haytın anlamını arıyorum,
baktığın yerlerde
seni anlamaya çalışıyorum
düşüncelerini okumaya çalışıyorum
beni yakan bakışların arkasına
gizledin kendini biliyorum
ama bir tek fotoğrafına bakıp
anlaşılmıyorki tüm bunlar
eski hatalarını unuttum
sana aşık olduğum günden beri
boş bulundum o gün besbelli
yoksa ben aşık olacak adammıydım
hiç hesapta yoktun sen
tüm türkiye tanıyacaktı halbuki beni
albümde sararmış gitmiş bir fotoğrafta
gömülecek bir adammıydım ben

nasıl anlatıyım sana bilmem ki
seni seviyorum demek yetmez
seni seviyorum demekle
anlatılıyorsa sevmek
unut gitsin sevmiyorum ben seni
tarif edilemeyen, anlatılmayan aşk
nasıl ifade edilirki kelimelerle
bir bulsam nasıl anlatılacağını
gelip dayanacağım kapına ansızın
ahhh…ah..
birde bilsem şu dünyada
hangi kapı senin.
postacılara sordum bilmiyorlarki adresini
seni anlatıyorum şimdi bir güvercine
sana söyleyemediklerimi yazıyorum bir bir
bir beyaz güvercin gelip ellerine konarsa
bir mektup var demekki benden sana
kahretsin, giden kaçıncı güvercin
halâ bir haber yok senden
komşuları dolaşıyorum hergün
“bana bir mektup gelecekti
yanlışlıkla size gelmesin”

yazdığım senaryoları
yakıyorum şimdi bir bir
içinde sen yoksun diye.
seni anlattığım senaryolarıda
yakıyorum bir bir
kıskanıyorum seni anlasana
yazılmıyorsun ki kalemle kağıtlara
yazılacak olsan severmiydim
sanıyorsun kız seni.

anlatamayınca sevdiğine duygularını
çalmalı mesela şairlerin şiirlerini
okumalı sevdiğine insan, ben yazdım bunu diye
şairler değilmi zaten
seviyorum deyince, insanı
mecnun ilan eden yada sen leylesın diyen
her sevgili leyle ile mecnunsa
düşünmek lazım uzun uzun
neden ayrılıyor sevenler bir ayda
bir ömür değilmiydi sevda şiirlerde
çalmak lazım bu şairlerin şiirlerini
yakmak lazım onları mum alevinde
en acısı bu onlar için
nede olsa şiirleri evlatları değilmi onların

eskiyince renkleri uçar gider filmlerin
o niyetle izledim ben, siyah-beyaz filmeleri
solmamalı aslında filmlerin renkleri
boyadan çalmamalı aslında yönetmen,
senaristin hikayesini rengarenk boyarken
yönetmeli insan hayatını
uzun metrajlı olmak zorunda değilki her hayat
kısa metrajlı filmede sığdırmalı insan kendini

toplamalı insan sevapları ne kadar
çıkarmalı bazende
beyninde biriken düşüncelerin çürüklerini
bazende bölmeli kalbini, paylaşmalı
çarpmalı duvardan duvara günahlarını
ben anlatmayı başaramadım şiirle aşkı
bir kaç rakamla mezar taşları bile
anlatmışken hayatı.
matematikle anlatmayı denemeli birde aşkı
ayrılıklar beşin karekökü mesela
yada böl dörde yaşadığın yılları
ilbahar-yaz, sonbahar-kış
eşittir ölüm.
en basiti aşk dostum
bir seve kalp bir seven kalp daha
eşittir aşk.

yazdıkça uzuyor cümleler
yani kirletiyorum bembeyaz bir sayfayı
beynimdeki tüm zehirli düşünceyle
durun okumayın gerisini
zehirliyorum sizide istemeden
gelmesin istiyorum şiirlerin sonu
belkide anlatıveririm sanıyorum
şu karanlık harflerle tüm çıplaklığıyla aşkı
aşk anlatılmazmış meğer
cesaretin varsayaşarsın herşeyi
fırtınalarla yoldaş olursun
yağmurlarla birlikte düşersin dünyaya
yeni açmış bir çiçeğin tam üstüne
damlalara bölünür yüreğin,
bir damlası kırmızı yaprağına
bir damlası dikenine, bir gülün
yorulursan, korkarsan, bıkarsan
yada terkedilirsen ansızın
söker atarsın yerinden bu kalbi
ama sakın bana aşkı anlatmaya kalkma
çok dinledim, çok söyledim yani denedim
yazdım sayfalarca, kır gitsin kalemleri
sadece yaşanırmış bir ömür
aşık olmak anlatılmazmış meğer

Düşünceyüreği

Zor İş Bu Yazarlık

Yazarlık toplum arasında “aydın” diye nitelendirdiğimiz hayat tecrübesi olan olgun,kültürlü insanların yazdığı yol gösterici ve öğütleyici yazılar olarak biliriz.Yazarlık dendiğinde hemen,hemen toplum’un kafasında bu tanım oluşur.

Peki yazarlığı başka yönden ele alıp düşündünüz mü?hiç. Belki düşündünüz,belki düşünmediniz,belki de düşünmek istemediniz. Ama ortada bir gerçek var ki,yazarlık sadece yazmak değildir. İki süslü cümleyi bir araya getirip övgülerle gurulanmak değildir.Yazarlığın en kolay tarafıdır,yazmak.Yazarlık yaşamaktır, doğru ve yanlışı en berrak, en akıcı uslüp’le meydan’a çıkarıp doğru olanı yaşamaya çalışmaktır.Yazarlık her konu’da ahkam kesmek değildir.Yazarlık sadakat işidir, yazdıklarını sadece kağıda aktarmak değildir.aynı zaman’da fiil’iyata dökerek, örnek olmaktır,topluma.Acaba bir yazar toplum’u eleştirirken kendini eleştiriyor mu.?Yoksa kendini insanlar’dan farklı mı? görüyor.Soyutluyor mu? kendini toplumdan…

Bence yazar olmak isteyenler iki kere düşünmelidirler.Önce yazabilme yeteneği’nin olup, olmadığını sonra ise yazdıklarımı uygulayabilirmiyim, diye kendine sormalıdır.Çünkü işin içinde iki yüzlü olabilme ihtimali vardır.Adam öyle yazacak, böyle davranacak olur mu.?Hangi vicdan onaylar bu davranışı…

Erkan Akbulak

Zaman Yaşamı Yiyor

Durmuş bir zamanı çalıştırmak,boşa harcadığımız anları toplamak ve belleğimizin geri dönüşüm kutusuna atmak kadar kolay bir o kadar da uğraş isteyen bir iştir aslında.Ama işe nereden başlamak gerektiğini biliyorsak zoru kolay yapmak an meselesidir artık.Ki buda zamana karşı bu yolda almış olduğumuz ilk başarıdır.

Zaman,hayatımızın tamamına hakim bir kavramdır.Onunla ilgili o kadar çok yazılması gereken şeyler vardır ki ben buraya onları yazıp ta bilinen şeyleri tekrar etmek istemiyorum.Ancak,bazı bilinmesi gereken şeyler malesef ki işimize pek gelmediği için çabuk unuturuz.

Kötü harcanmış bir zaman bile boşa harcanmış hiç bir şeysiz geçmiş bir zamandan daha iyidir.Çünkü o zamana geri dönüp hata diye kabul ettiğimiz şeylerden ders çıkartır ve gelecek zamanlarda o hataları yapmamaya özen gösteririz.

Malesef ki küçük yaşlardan beri bu kavram bizlere yeteri kadar önemsetilmeden büyüdük.Bu anlamda kayıplarımız çoğumuzun belleğini doldurdu bile.Ama hiç bir şey için geç sayılmaz,bunu hepimiz biliyoruz.Zamanı yeniden bizim leyhimize çevirebiliriz.

Öncelikle işe,geri dönüşüm kutumuzu temizleyip biraz belleğimizde yer açmakla başlayalım.Zihnimizden anlamsız olayları,anlamsız hatıralarımızı silmeye çalışalım.Belki ilk etapta bunu tam istediğimiz gibi başaramayacağız bir çoğumuz ama en azından aklımızda öteleyeceğiz,buda bir başarı sayılır ilk başlangıç için.

İkinci sırada yön tayin etmek geliyor(.Biraz boşalan belleğimiz sayesinde zihnimiz artık daha hızlı ve güçlü çalışır duruma geldi sanırım)Artık zamandan adam akıllı intikam almak için güzel bir plan yapama vaktimiz geldi.Öncelikle ihtiyacımız olan şeyeler;sesiz bir ortam.hafif bir müzik (klasik müzik olabilir),bir kağıt bir kalem,berrak bir zihin ve en önemlisi tabi ki zaman.. O yine baş aktörümüz hep olduğu gibi. Sıra tüm bunları doğru harmanlamaya geldi.Hayatımızda ki hedeflerimizi sırasıyla kağıda dökmekle başlayalım işe.Büyükten küçüğe doğru.Hedefler ne kadar gerçekçi olursa o kadar başarma olasılığımız yüksek olur.Yani kendimizi kandırmadan hedeflerimizi belirlemeliyiz.Mesela ben;futboldan çok anlamam.kendime, FENERBAHÇE de futbolcu olucam diye bir hedef koyarsam olmaz elbetteki.Yaş olmuş otuz ben bu işi öğrenene kadar üç beş sene daha geçecek sonra zamana bir kayıp daha vereceğim.Böyle yanılgılara düşmemek için kişi kendini iyi tanımalı iyi bilmelidir..Hedefler büyükten küçüğe doğru sıralıyacağız ama küçükten büyüğe doğru gerçekleştirmeye başlayacağız.Çünkü;her küçük hedefe ulaşımımız büyük hedefler için bize güç verecektir.Zamanın içbükeyliğinden fayda sağlamak elimizde.Hayatta bazı fırsatları beklemek yerine kendimiz fırsat doğurmalı ve değerlendirmeyi bilmeliyiz.

Üçüncü ve en önemli sıra harekete geçmek tabiki de.Zamana bukadar tölerans vermek yeterli sanırım.Koyduğumuz hedefler için oturduğumuz yerden kalkıp harekete geçmeliyiz.Birçoğumuz için,beğeniyle okuduğum yazar mümin sekman ın dediği gibi ataletten ( eylemsizlik ) kalkma vaktimiz çoktan geldi.Belleğimizi sildik güçlendik,hedef belirledik yön çizdik,şimdi zamana direnmenin tam sırası.Hareket vakti.Beleklerimizi artık hedeflerimiz uğruna doldurmalıyız.Hiç kuşku yok ki amaçsız sonuç sonuçsuz amaç olmaz.Bu iki kavram kardeştir.Sonuca ulaşmanın çeşitli yolları vardır elbet.Ama biz bu yolların en kısasını ve bizim için en pratik olanını seçmeliyiz.Yani bildiğimiz yolu.Zamandan intikamın ikinci perdesine geçtik bile.Zaman artık bizim için çalışır hale geldi.Hedeflerimizin ilki gerçekleşince,kendimizi biraz dinlendirebilriz ama şımartmadan, abartmadan.İçimizde yanan o meşaleyi söndürmeden diğer hedeflerimize yönelmeliyiz.Belki bu seferkinde bir öncekinden daha başarısız olabiliriz.Ancak unutulmamalıdır ki;hedeflerimiz giderek büyüyor.Yani işimiz her defasında daha da zorlaşıyor demektir.Peki ilk önümüze çıkan engelde teslim bayrağını çekip zamanın skoru eşitlemesini mi seyredeceğiz yoksa,yine zamana direnip bir zafer için elimizden geleni yapacakmıyız?Burada ki kararlılığımız çok önemlidir.Hatta ilk hedefe ulaşımımızdan bile daha önemlidir.

Bu zamanla savaşımızda yapmamamız gereken şeyler de var elbet.Panik gibi mesela.Hedefe çabuk ulaşmak elbette ki önemli ancak daha önemlisi emin adımlarla sağlam ulaşmalıyız.Her an ellerimizin arasından kayıp giden bir başarıyı hiç birimiz istemeyiz kuşkusuz.Onun için,amacımıza yönelik her adımımız sağlam olmalıdır.İlk denemede başaramadık diye zamana yenildik sayılmayız.Sadece skor eşitlenir.Oysa maç henüz bitmemiştir.Zamanı yine zamanla yenebiliriz.Yeteri kadar ister ve o amaç uğruna çalışırsak sonuç istediğimiz gibi olacaktır eminim.

Zaman;güzel kullanıldığında kendimize verdiğimiz en güzel hediyedir aslında.Onu iyi işlemek zihinsel bir başarıdır.< artık çok geç > demek zamana pes etmekten başka birşey değildir.Her zaman yapacak bir şeyler bulunur.Yeter ki isteyelim ve çalışalım.Zaman kendiliğinden bize dönecektir muhakkak.

Zaman yaşamı yiyor.Dur demek için asla geç değil.Ama durmamız,bizim zamanımız için geç olabilir.

Hepinize ataletsiz günler dilerim.. sevgilerle..

Eray Çetinkaya

Zaman

Bazen kimsesizdir insan, yapayalniz.. kendi kendinedir, dinler sadece kendini icli bir turku gibi, huzunlenir bazen kendine, bazen susar..Bazen kizar insan bindirir sessizligi bir gemiye gonderir uzaklara bazen dalgadir o, bagirir, hircindir.. Hayati dusunuyorum soyle uzun uzun ucsuz bucaksiz bir deniz gibi geliyor bazen, bazen korkutuor insani aliyor kendini kendinden.. dusunme diorum kendime olmuo bazi seylere goz yummakta zor gelio.. hayati dusundugun kadar olumude dusunmesi gerektigini unutur insan hep.. dikmeli gozlerini tam ustune bunun karsisina gecip ayna misali taramali sacini bakmali once ona, sonra icindeki kendine.. yokmu diye bagirsam bu hayattaki yerimi tam olarak soyleyen bana ? belkide benim bunun cevabini verecek sadece ince bir cizgi ustunde..

bekledigini bulamadigin yani alamadigin umutsuz bir umidin icine sizan bulanik bi suyun tum renkleri kahverengi yaptigi gibi bazen kendini bilememek.. bazen ac kalmak gibi bazen susmak bazen susamak gibi..kendini sokmalisin kendi makinene, gostermeli tum icini sana gormelisin icinde organ die nitelendirdigin bazisina can bazisina kalp dedigin kisilerin tam yerini.. kendim kasik kasik alip doktum yuregime sanki o bulanik suyu yaptim herseyi kahverengi sanki sonra kaldirdim kafami karsisindayim aynanin yani olumle hayatin tam arasinda yani kendimin karsisinda.. denkleme benzemiyo soyledigim karisik gelmesin yok bunda x y , bilmelisin sadece hayatla olum arasinda neyin nekadar hangi renkte olmasi gerektigini yani sadece senin oldugunu.. okadar kimsesizki bazen sozcukler belki yerzune semadan dusen damlaciklarin sayisi belki denizdeki kumlar kadar ama bazen okadar yetersizki bunlar..Baslarsin yanyana koymaya onlari bir tren misali vagonlar gibi degilmidir sozcukler, bakis icindeki dalis degilmidir.. bu yuzden anlatamaz herseyi insan yasadigi, bu yuzden susar bazen..

Anlatmaya calismak biseyleri birilerine anlatmaya calismak bazen erdemdir bazen umut, sahip olmasi gerekiyor karsindakinin anlayacak duyulara, algilama yetenegi olmasi lazim birazda simdi oldugu gibi yalin bi anlatimin bari karsisina dikilebilmeli, sozcuklere sevdirmeli kendini carpmamali onlar bi duvar misali kucuk cok kucuk bir et parcasina ve ardindan yuvarlanmamali ufacik bir kar topu gibi asagiya.. bakmalisin sen anlatirken bakmalisin sevdimi sozcukler karsidakini yoksa yuvarlaniyormu durmalisin hemen, eger yuvarlaniyorsa kaybetmemelisin zaman onlari savurarak saga sola.. bazen kalp giriyor devreye yok diyorsun kaybedicem zaman harcayacagim bunun icin ama sonu bir karincanin sonu gibi hep husran hep husran..Hayata uzun bi yolculuk derler bence cok kisa uzun kavrami degisir bence, yada insanin daha uzununun olup olmadigindan emin olmasi gibi.. gerek yok bu hayatta anlamayacak birine bisey anlatmaya belki sonra anlar diye saatlerce gunlerce susmaya… cek kendini son kez harca zaman kendine ama son kez ve bitir kendini ters ters yurutmeyi.. yuzun ileriye donuk ileriyi gorebiliyorken terse gitmek ne derce dogru nederce gerekli bu hayatta hangisinin karsiligi gelir saniyosun susma sakin susma biri biseyi belki anlar die sakin susma bu kendin bile olsa susma bas kendine kalayi..tekrar dusun hayatla olumu sole bak arasina inan iki kisi sigmaz oraya sen varsin sadece…

Rejy

Yüzleşme

Yoldan geçerken gözünüze ilişen aynalar vardır, görüntünüzün bir
görünüp bir kaybolduğu ve ya asansöre bindiğinizde üstünüzü başınızı
düzeltmek için baktıklarınız… Evden çıkmadan kendinize bir göz attığınız veya
lavaboda yüzünüzü iyice yakkınlaştırdığınız… Ama bu sefer aynanın
arkası değil anlatmak istediğim içerik; aynanın önü, bir bakıma esas yönü.
Ve aynanın karşısına geçtiğinizde yüz yüze geldiğiniz kişi. Yani sizin
yüzleşmeniz… Sürekli kaçındığınız, kimi zamansa yok saydığınız
duygularınızın; pişmanlıklarınızın, bastırdığınız özlemlerinizin itirafınız bir
nevi…
Dünyanın size bir gün bir kral gibi davranmasını istediğinizde,
sadece bir aynanın karşına gidip, kendinize bakın. Ve O yüzün size ne
dediğini görün.
Ne babanız ne anneniz ne de eşiniz, o anda üzerinizde etkisi olacak
olan;
söyledikleriyle hayatınızı etkileyen Aynada size bakmakta olan kişidir
yalnızca…
Sizin için “Harika bir dost ya da arkadaş” diyebilirler. Fakat aynadaki
yüzün gözlerinin içine tam olarak bakamıyorsanız veya işe yaramazın
biri olduğunuzu birilerinin canını çok yaktığınızı söylüyorsa -hem de
yerli yersiz- o zaman eksik olan görüntüdeki bulanıklık değil; gerçekten
bunu tereddütsüz söylemenizi engelleyen geçmişiniz, yaptıklarınız veya
yapmadıklarınız, yani tam anlamıyla sizsiniz…

Hayatta en önemli şey kendiniz adına yaptığınız mücadeleyi kazanmaktır.
Bu mücadele ne olursa olsun yenilmemektir zorluklara, önüne çıkan tüm
olumsuzluklara rağmen pes etmemektir. Ve iç benliğinizi herhangi bir
etki altında kalmadan ortaya çıkartmaktır. Zira sağa sola değil kendinizi
kendinize ispat etmek için yaptığınız mücadeledir ruhunuzu aydınlatacak
olan. Sadece siz olmalısınız hareketlerinizin, yaşantınızın mimarı.
Sadece sizin inşa ettiğiniz temeller üzerinde bayrağınız dalgalanmalı. Ve
yaşantınızın dümeni tamamen sizin elinizde olmalı. Ne arkadaşlarınızın,
ne akrabalarınızın ve ne işvereninizin…
Hoş tutmanız gereken kişi kendinizsiniz, boş verin gerisini; çünkü
yolun sonuna kadar kendinizle gideceksiniz. Siz siz olarak kalacaksınız ve
vicdanınız sizden kopup gitmeyecek yaşantınızın herhangi bir döneminde…
Eğer aynadaki yüz dostunuzsa, geçtiniz demektir en zor sınavınızı.
Şartlar ne olursa olsun kaldırabilirsiniz tüm dünyayı ve de geçerken
yanlarından herkes sizi tebrik edebilir…
Fakat yolun sonundaki hediyeniz, kırık bir kalp ve gözyaşları olacaktır
eğer aynadaki yüzü aldattıysanız. Eğer kırdıysanız birilerinin kalbini,
kandırdıysanız… O zaman er geç bir gün baktığınız yüz size gururdan çok
utanç verecektir. Ve siz sadece kendinizle kalacağınız noktada durup
yine sadece size bakacaksınız tüm çıplaklığınızla… Kandırmaya çalışmak
için çaba harcadığınız kişinin sadece siz olmanız ise hafifletemeyecek
hiçbir şeyi…

Başak Ergenekon

Yorgun Değiliz Biz Türküler Varken

Çocukluğumuzu bıraktığımız yörelerden sevgiyi şekillendirdiğimiz yerlere
duygular taşıyarak…Yürek yaralarını sardığımız diyarlarda coşarak…Geldiğimiz
gurbet köşelerinde türküler yazdık türküler söyledik…
Gelincik tarlalarını gurbete taşıdık türkülerimizle.
Hasretle büyüttük çocuklarımızı… türkülerden köprüler kurarak… Yüreklerimize
nakşedilen aşklarımızla yaşadığımız yerlerden taşarak…… Sokakları,
durakları, denizleri türküleştirdik. İş yerlerinde mırıldandık sevgileri,
gurbet yaptık türküleri… Türkü yaptık köprüleri…

Getirin şırıltısını akarsularımın… Annemin narin sesleriyle süslenen geçmişimi
getirin…Çocukluğumu getirin şiirlerinizle…Güvercinlerimi kondurun
pencerelerime, kız arkadaşlarım Aynur’un güzelliğini, Sabiha’nın saflığını
şarkılarla getirin; komşularım Derya’ nın sevdasını ve Ayhan’ın kurnazlığını
türkülerle getirin… Mısralarla taşıyın onların temiz duygularını…Türküler
dokuyarak yollarında geçmişin…

Yıldızsız gökyüzlerinde bıraktığım güzel anları, uykusuzluklarıma yamanan
zamanları, yudum yudum içtiğim türkülerimi bana getirin…

Hasret ağlarında ne olursunuz yalnız bırakmayın beni…Dönemeçlerde yarım
kalmasın rüyalar…
Türkü deyip geçmeyin…
Treni uzaklara götürür… Rüzgârı estirir… Kuşları kondurur…Gurbette insanı
muma döndürür…
Uçurur, ıssız yollardan geçirir…
Aşık eder sevdalandırır… Ayvaya çiçek açtırır. Elleri kınalı, yüzü duvaklı
gelin için destan yazdırır…
Yalın ayah, başı kabah gurbet olur dostsuz sabah… Öç alır aşkına engel
olandan…
Hop hop ister, toyluk ister oğlandan… Soldurur gül iken… Sevdirir deliye
döndürür… Yusuf olur zindanlarda… Zülüf olur ak gerdanda…
Türkü be bu kardeşim… Dilden dile dolaşan…Ta gurbete ulaşan… Yorgun
değiliz biz türküler varken… Güneş içimizden doğarken…

Bu yazı 24.12.2002 tarihinde Avrupa saatiyle 23.35’de yönetmenliğini Feray ULAK’
ın yaptığı
Türkiye’nin Sesi Radyosu “Bir Selam da Kendine Ver” programında Spiker Dilek
Beyhan GÜNALP tarafından okunmuştur.

Üzeyir Lokman Çaycı

Yol

Güneş gözlerini kör etmişti. Ondan başkasını görmüyordun, görmek de istemiyordun. Sorduğun sorulara da yanlış yanıt veriliyordu. Ama sen bunu anlamıyordun bile.
Koşuyordun, sadece koşuyordun. Bildiğin bir yol vardı ve bildiğin bir ışık. Onun için bütün bu yanmalar ve yanılmalar.
Belki de karanlık ve bedbaht kış gecelerinden yağmurlu ve güneşli bahar günlerine eriyordun. Düşen damlaların şeffaflığına ve açan güneşin aydınlığına dalıyordun.
Düşümsü günler bir biri ardına sıralanırken nasıl başka, sıradan olayların farkına varırsın. Sağır olmuş duyamıyordun, kör olmuş göremiyordun. Bütün duyu organların transa geçmişti. Anlayabiliyor musun? Durum böyleyken nasıl bilecektin, nasıl umarsız olduğunun farkına varacaktın.

Şimdi ise her görüntü tastamam yerli yerinde. ve katı gerçek, acımasız, boş vermiş ve umursamaz gerçek karşında.
Dil çıkarıp seninle alay ediyor. Umudu hiç sorma. Yüzüne bile bakmıyor.

Ömer Ilgaz